30 Eylül 2013 Pazartesi

Tavuğa doğru ..



Son zamanlarda kafamda dolaşan yeni bir teorim var, biraz komik gelebilir ama ; 

'İNSANLAR ; TAVUK YİYE YİYE,  TAVUKLAŞMAYA BAŞLAMIŞLAR.''


Evet esprimsi  ve saçma gibi, ama ben ciddiyim . Durun, dinleyin ve okumaya devam edin.

Köyde yada müstakil semtlerde yetişmiş olanlar varsa bilirler, tavukların sosyolojik hareketlerini, kendi aralarındaki hiyerarşilerini. Tavuklar konusunda gözlemleri olmayanların, tavuklarla alakalı bildikleri ata sözleri mutlaka vardır .

Nereden anlatmaya başlasam bilmiyorum ama hadi ilk önce ''Aç tavuk rüyasında, kendini darı ambarında görürmüş.'' atasözünden başlayalım. İlk benzeşim noktası olarak bunu kullanabilirim. İnsanlar, ceplerinde beş paraları olmadığı halde, bankalara yüklü miktarda kredi kartı borçları olduğu halde trilyonluk hayaller kurup, on liralık kazançlarına rağmen bin liralık hayat yaşamıyorlar mı ? 

Hem bu atasözüne hangi gözlemle ulaşılmış ve aç tavuğun rüyasının ne olduğunu kim nasıl tespit etmiş ?  Bu noktadan da hareketle, 'tavuklaşma hikayesi'nin çok daha eski tarihlere kadar uzandığını söylesem yalan olmaz. Çünkü biri rüyasında  kendini tavuk gibi görmüş olmalı,  hemde darı ambarında. Böyle bir kanaatin yaygın olarak kabul görmüş olmasına ne diyebilirsiniz peki ? Tavuklaşma çok önce başladı ve yaygınsaldı, bireysellikten öteydi yani kendini tavuk gibi hisseden pek çok insan aynı rüyayı görüyordu. 

İkna olmaya başladığınızı düşünerek ikinci noktaya geçiş yapıyorum. Hani ''Tavuk gibi didişmek'' deyimi  vardır, bu deyimi göz önüne alarak etrafınıza bakın : Trafikten mi başlarsınız, iş yerinizden veya okulunuzdan, sınıfınızdan mı, yoksa evinizin içinden mi bilmem. Gün içinde kafanızı çevirin etrafınıza bakın ;İnsanlar kavga etmiyor, çatışmıyor ama yaygın biçimde '' Tavuk gibi didişiyor.'' bu da tesadüftür diyerek düşünce yolculuğumuza devam edelim.

Gelin '' Tavuk gibi pineklemek '' değimiyle devam edelim gözlemsel yolculuğumuza. İnsanlar tavuk gibi pinekliyor ; Kimi elindeki cep telefonuna dalmış, kimi televizyona, kimi bilgisayara, kimi Facebook'a. Kızmayın ama;  düşünmeden, üretmeden, pineklemek tanımına karşılık gelecek şekilde bir hareket daha doğrusu hareketsizlik içindeyiz.

İkna olmaya başladınız sanırım. İnsanlar Tavuklaşıyor...

'' Her horoz kendi çöplüğünde ötermiş. ''  bu ata sözünün de karşılığı bire bir bizim toplumumuzda yaygınlaşmış durumda. Herhangi bir işin  müdürü yada sorumlusu ; iş yerine gelince kimliği değişiyor, kendini kral sanmaya başlıyor. Sokakta, evinde pısırık bir kişilik iken makamından içeriye adımını attığı anda kimliği birden değişiyor. Bu konuyla alakalı pek çok örneğim var ama bu konuyu düşünmeyi de size bırakıyorum. 

Peki hiç düşündünüz mü ? Komşunun koyunu komşuya neden koç gibi görünmüyor ? Komşunun evi saray gibi, bahçesindeki üç ağacı orman gibi  görünmüyor da  '' Komşunun tavuğunu komşuya kaz gibi görünüyor ? '' Ben düşündüm. Böyle görmenin sebebi; kökeni geçmişe uzanan tavuklaşmadan, soyuna, cinsine , türüne olan kıskançlıktan yani tavuğun tavuğu kıskanmasından kaynaklanıyor.

Sıradan işlerden en önemli olaylara, servetten ilme kadar genişleyen yelpazede, başkasının elindekine göz koyup,  hakkı olmayan şeyi elde etmek için yırtınan ; kıskanç, kendine güvensiz, kuş beyinli tavukların ülkesi mi oluyor Türkiye ? Boynumu büküp, bu sorunun cevabını da sizlere bırakıyorum.

Genç hanfendiler için  '' Piliç '' , belli yaşı aşmış çapkın erkekler için '' Kart horoz'' benzetmesinin gayet doğal görülüp yadırganmadığı, benzeri tabir ve tasvirlerin yaygın olarak kullanıldığını da göz önüne alınarak, insanlarımızın tavukluğu içselleştirdiklerini de söylesek  hata yapmış olmayız.

'' Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez canım !'' derler aklı kıt uyanıklar, tavukça gıdaklamaya benzer eda ile. Derece atlamak için, menfaatini on kuruş  artırmak için, insanların birbirini feda ettiği günlerde aşırı itinadan yorgun düşüyor insanlar ; satılmamak ama satmak, kazık yememek ama kazık atmak için çaba gösterirken.

'' İnsanlar aşırı tavuk eti tüketiyor, bu insanları tavuklaştırıyor.''

Sinir hücreleriniz hariç,  vücudunuzu meydana getiren hücreler altı ay içinde tamamen yenilenmiş olacak. Peki neyle ? Tükettiğiniz gıdalardan elde edeceği temel yapı taşlarıyla.

Vücudumuzun en çabuk dönüştürdüğü gıda maddesi hayvansal gıdalardır. Hayvansal proteinler, yağlar gibi. Türk toplumu olarak hayvansal proteini , aşırı şekilde tükettiğimiz tavuktan ve yumurtasından dönüştürüyoruz. 

Amerika'dan, şuradan buradan gelen genetiği değiştirilmiş mısırla, nereden ithal edildiği ve üretimi aşamasında nelerin kullanıldığı pekte mühimsenmeyen soya gibi hibrit yemlerle beslenen, zaten kendisi de hibritimsi olan piliçler,  çeşit çeşit bakteri ve viruslarla aşılanıp, ısısı ışığı suni olarak ayarlanmış kümeslerde 40 gün kadar beslenip, belli bir ağırlığa ulaştıklarında; elektrikle şoklanıp, kanları tamamen akıtılmadan ambalajlanacakları kesimhanelere sevk ediliyor. 

Yumurtalığından itibaren asla doğal ve özgür bir ortam tanıyamayan, gün ışığı bile göremeyen, yeri geldiğinde kendi dışkısını yiyen, hayvanlar alemindeki en karaktersiz hayvanlardan biri olan tavuklardan elde edilen  eti sindirip, protein parçacıklarını dönüştürüp kendi yapısında kullanmakta zavallı vücudumuza kalıyor....Neyse.

Gel gelelim en açık benzeşim noktasına... Adam yada kadın ne kadar âdi olursa olsun ve bu ne kadar bilinirse bilinsin o şahsa, itibarlı insan gibi değer vermek normal bir davranış biçimi haline geldi. Haksızlığa karşı çıkamamak, haykıramamak, yanlış olan olaya yanlış diyememek, hep bir başkasının önce söylemesini beklemek '' Erken öten horozun başını keserlermiş ?! '' korkusuna dayanan, tavukça bir iç güdünün ürünüdür bence. 

Vel hasılı kelam; yediğinize içtiğinize dikkat edin. Kanser olmaktan korkarken ''tavuk'' olmaktan da korkun. Geniş açıdan düşünün, gözlem yapın, insanların şekillerindeki değişime pek girmedim ama şekilsel ve zihinsel olarak etrafınızdakileri gözlemleyin,  belki de benim yanlışım vardır...






Mustafa ÇİMEN
KAYSERİ
29/09/2013

28 Eylül 2013 Cumartesi

kardeşim seni çok özledim...


  Hucurat 10
bismillahirahmannirrahim
 إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
İnnemel mû’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe leallekum turhamûn(turhamûne).

Müminler ancak kardeştirler, onun için (iki) kardeşinizin aralarını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, rahmete layık olasınız! (Mealen , Elmalılı H. Yazır)

Muallak, muğlak,  kokuşmuş bir durum var. Ayet, kitabımızda apaçık durur iken mümin Arab'ı kardeş saymamak, mümin Türk'ü kardeş saymama yanlıştan öte isyandır ....

Arkadaş, milliyetçilik güzeldir ama ümmetçilik daha önemli ve elzemdir.
Yukarıdaki ayet doğrultusunda, Efendimiz ''Arab'ın Acem, Acem'in Arab üzerinde bir üstünlüğü yortur. Üstünlük takva iledir '' buyurmamış mıydı ? (Ramuz, İbni Neccar) .


Tüm islam coğrafyasının derdiyle dertlenmek hem Türk'ün hem diğer milliyetlere mensup Müslümanların üzerine vazifedir. Aman, Mısır'da ölen Arap'tan bana ne, '' Onlar Kerkük için yürüdü mü, Doğu Türkistan umurlarında oldu mu, pkk'yı lanetlediler mi ? '' diyerek acı çeken müminin acısına ortak olmamak kutsal kardeşliğe ihanet aynı zamanda gaflettir.


Tarihte yaşanmış yanlışlar, karşılıklı yada tek taraflı olarak yapılmış hatalar, diri tutulmaya çalışılan ihanetler, kin ve nefret  ayrılık menba'ı olarak ebediyen akmamalı, ayrılık sebebi yapılmamalı ; aksine düşürüldüğümüz tuzaktan ders çıkarılmalı, dünyanın refahı ve evrensel adalet için gereken yapılmalı. 

Milliyetçilik Avrupa'nın Osmanlıyı çatlatarak parçalarına ayırmak için uydurduğu, Osmanlı milletlerini bir birine düşman etmek için kullandığı argümanıdır, unutmamalı.

Neden Avrupa birliği var ? Avrupa'nın tarihi, kendi içlerinde yaptıkları kavim ve meshep savaşlarıyla dolu değil mi ? Neden Alman Fransız'la aynı birlik içinde yer alıyor ? Bu Almanlar birinci dünya savaşında tüm Avrupa'da kan dökmemişler miydi ? Şimdi serbest dolaşımlı Avrupa vatandaşlığı neden geliştirildi ? Neden ortak paraya geçtiler ? Yüzyıl savaşları neden hemen unutuldu ? Hani ne oldu milliyetçiliğe de böyle bir araya geldiler.


Avrupanın ve ''Sözde Modern'' batının güç kaybetmeden ayakta durması, kapitalizmin çarklarının tıkır tıkır işleyerek süregitmesi, siyonizm'in emellerini gerçekleştirebilmesi Müslümanlara yukardaki ayeti unutturmakla, ona aykırı davranmalarını sağlamakla mümkündür. Müslümanlar Hucurat 10'u yok sayar, boş milliyetçilik peşinde koşarlarsa emperyalistler hükümlerini devam ettirebilirler, zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarımızı talan edip sömürebilir, koskoca İslam dünyasını pazar halinde tutabilir, kendi kafalarına uygun kişileri istedikleri kılıfla lider diye Müslümanlara kakalayıp kral yapabilirler. 

Milliyetçilik milletini sevmektir. Milliyetçilik ayrışmak değildir. 
Milliyetindeki birey ; aynı tarih, kültür, gelenek, dil ve dine sahip olduğun, bayrak gibi kan dökülerek kazanılmış ortak değerlerinin olduğu kişidir. Bireylerin millet kavramına saygı duyması ve bağlı olması, milli kimliğini ayakta tutmak için savaşması, milliyetini tanıması, sevmesi, milletinin refahını artırmak için çalışması şarttır. İnsanın kendi milliyetindeki fertleri sevmesinin neresi kötü olabilir ki ?  Sosyolojik ilişkiler ve saygı bağları ne kadar kuvvetli olursa toplumsal sevgi frekansı da o kadar akışkan olur, ortak hedeflere doğru yürümek kolaylaşır. Ferdin, milleti için şahsi çıkarlarından, yeri geldiğinde canından vazgeçmesi büyük bir erdemdir. Milliyetçiliğe bu çerçevede karşı çıkılamaz . 

Hucurat 10 bize başka birşeyden bahsediyor '' Kardeşlikten'' ve  kardeşin kardeşindir. Milliyetçilik basamağında kalıp kendi soydaşlarından başkası ile ''Kardeşleşememek'' Mısır'daki, Irak'taki, Afganistan'daki  Arakan'daki ve diğer coğrafyalardaki ırk bağı taşımadığın mümini kardeş sayamamak, o'na kardeş olamamak, müminleşememekten kaynaklanıyor olabilir.


Mümin için '' Türkün Türk'ten Başka kardeşi, dostu yoktur.'' gibi safsatalara inanmak, bu tür lafları düşünmeden düstur edinmek  Hucurat Suresi 10 uncu ayeti inkar etmek olur . Kuran sana Türkü de kardeş yapıyor, adını sanını bilmediğin herhangi bir memleketten bir mümini de, bundan güzel nimet mi olur ?

Önce kendi ailemizin, sülalemizin sonra milletimizin daha sonra koskoca İSLAM aleminin kardeşi, milliyetçiyiz. Biz ufak, kavmiyetçi bir millet değiliz; mübarek İslam ümmeti olarak kardeşiz. Yok efendim ; Arap, Acem buna böyle bakmıyormuş, Endonezyalı böyle düşünmüyormuş falan filan bu bizi bağlamaz. Ayrıca bu kardeşlikten Türklüğümüze de zarar gelmez aksine Türklüğümüz İslam'la anlamlı ve baki kalır.


Mustafa ÇİMEN
27/09/2013
TALAS KAYSERİ


25 Eylül 2013 Çarşamba

insana hayat değince...- Şiir


hayat değince, çamurdan yapılan balçığa
tasa keder, biraz korku, çokça endişe
sahte mutluluklar, bir kısım yalan gülüşler
simsiyah geceden kara pis işler
kangrenleşen vicdanlardan fışkıran yaralı sevişler
isli  duman gibi yükselir gök yüzüne


su ayrılır balçıktan
su temizi sever
güneş suyun içine değer...
su sarhoş değilde uyanıksa eğer
güneş değince, buharı yükselir  oynaşarak
yükselir mutlu duygularla, gülerek şen şakrak
ter temiz  berrak  dingin, çocuklar gibi yüzleri ak
balçık evinden bulut evine doğru   koşarak

hırsızlıktan süzülüp
vicdansızlıkta ağırlaşan talan
kibirlenmiş yüreklerde bir sürü yalan....
balçığın içinde tuz misali çöküp kalan

söz kısa gerek imdi vesselam...


24/09/2013
Kayseri
Mustafa ÇİMEN


21 Eylül 2013 Cumartesi

ve sıcak çöl kumları ki onlar hiç çiçek açmazlar- Şiir

yollar...
kuruyan yaralar, kurtlu elma, solan güz çiçekleri, karşıya geçmek için çekilen kürekler, akıntıya karşı yüzen balıklar, bir anlaşmayla sonuçlanmayan davalar ve kalleşlikler...
ve pişmanlıklar ki onlar hiç yanıp bitip kül olmazlar...

kalleşliklerin ak düşürdüğü şaçlar, mezarda taşlar, çürüyen et ve gıybet ve göz yaşları ve zengin sokakların açları, dilenirken ve çöp toplarken kayan eller...
ve kanayan ayaklar ki tepeye onlar hiç varamazlar...



tepenin ardındaki su, yağmur kokusunun yokluğu, sıcağın çokluğu, kafirin tokluğu, şeytanca planların bokluğu ve çöle develer kadar dayanamayan atların gümüş kristalleri gibi dökülen terleri

ve sıcak çöl kumları ki onlar hiç çiçek açmazlar...


çiçek açmamış kumlar,  kalpte ayrı dilde ayrı elde ayrı zuhurlar, hergün düşülen fallar, su bulununca bozulan teyemmüm ve semaya açılan kirlenmiş eller....

ve kabul olmayan dualar ki onlar hiç duyulmazlar...


kanayan yaralar,kurtlu elma, solan güz çiçekleri, karşıya geçmek için çekilen kürekler, akıntıya karşı yüzen balıklar, bir anlaşmayla sonuçlanmayan davalar, kalleşlikler
ve pişmanlıklar ki onlar hiç yanıp bitip kül olmazlar,
ve kayan ayaklar ve eller ki tepeye onlar hiç varamazlar,
ve sıcak çöl kumları ki onlar hiç çiçek açmazlar,
ve kabul olmayan dualar ki onlar hiç duyulmazlar..


peki... 

nereden geliyor bunca bahar
güller nasıl gül kokuyor
ve doğan çocuklar neyin nesi ?


Mustafa ÇİMEN 
21/09/13
KAYSERİ

sebepler arama- Şiir

merak etmek için merak ediyorum,
bir tek sebebi yok, özel şeyler arama
büyük bir merakın pahasına değecek kadar
kıymetli değilsin...
ama
tüm sorularıma ikna edici cevapların olsa
ağzınla kuş tutsan da merak edecektim

merak etmek için merak ediyorum seni
yanlış anlama
sonbaharda nasıl döküyorsa ağaçlar yapraklarını
ve nasıl engellenemezse
buharlaşan suların toprağa dönmesi
ve tuz neden tuzluysa
bu da böyle

üzme kendini, üzülme
hani ön yargı yıkılmaz duvardır
ateşin kaderinde yakmak
odununkinde yanmak
yanan odunda ısıtmak,
fırında  hamura ekmek olmak vardır ya
tıpkı öyle merak ediyorum seni...

bahçeye dökülen tohumlar ne oldu
belli...
şairin ne yapacağı
belli...
mezara giren cesedin sonu
belli...
bu merakın belli bir tek sebebi yok
zorlama...

kılıflar arama, pisikofizyolik değil
yer çekimi kadar doğal
dedemin domatesleri kadar organik
dut ağacı kadar gururlu
cevizler kadar kendini beğenmiş
selviler kadar nazlı
serviler kadar doğru bir merak bu

gecenin gelişi kadar sıradan
ve gündüzün oluşu gibi
mucizevi
sebepler arama
yarama...
senle alakası yok
benle alakası ... belki ?

Mustafa ÇİMEN
20/09/2013
KAYSERİ


17 Eylül 2013 Salı

Kasap'a koşan koyunlar ve 15 trilyon dolar

Kurdu görünce can havliyle ne yapacağını şaşırıp, bizi kurtar diye koşuşturmaya başlayan koyunlar gibi imdat umduğumuz ABD ve  Avrupa kasabın ta kendisidir. Kurttan daha tehlikeliler. Kurdu salan yani fitneyi çıkaran da zaten onlar.

İslam milletleri yırtıklarını, kendi kendine dikmeyi bir an önce öğrenmeleridir. İslam ülkelerini yöneten batılı uşaklar bir an önce def edilmelidir.


Suudların ABD bankalarında 15 trilyon doları var bu para Müslümanların parasıdır. Bu parayla kalkınmada olur, sanayi de kurulur, teknolojide üretilir, dünyanın en ileri üniversiteleride açılır.


Yüce kitabımızda tüm Müslümanlar kardeş ilan edilmişken, batılıların Osmanlıyı batırmak, parçalayıp yutmak için uydurdukları Milliyetçilik akımına kapılmamız,  Rabbimizin bu açık kardeşlik tarifini bir tarafa atmamız İslam dünyasının hazin sonumuz olmuştur.


Hayır efendim Türk Araba düşman değildir, Arap Türke düşman değildir. İstanbul Mekkeliye, Mekke Samsunluya, Samsun Şamlıya, Şam Yemenliye, Yemen Kahireliye, Kahire Doğutürkistanlıya  aittir. Yani tüm İslam toprakları hepimizin malıdır.


İslam coğrafyasında oluk oluk akan kan yeni bir doğumun müjdecisidir.


Mustafa ÇİMEN

KAYSERİ
17/9/2013


15 Eylül 2013 Pazar

Acı Veren Şeyler...

İnandığımız şeyler ve inanıyormuş gibi yaparak yaşadığımız şeyler vardır. İnanıyormuş gibi yaptığımız şeyler acı verir bize.

Bunların dışında maskelerimizin altında sakladığımız benliğimizin ardında gizlediğimiz, dillendirmediğimiz için acı veren şeyler de vardır. Karşımızdaki insanın gözlerinin içine baktığımızda göz bebeklerini görebiliyorsak, o göz bebeklerinin arkasında benliğini kaplayan şeyler gibi hani....

Bir de saklasak da herkesin bildiği şeyler vardır. Sıradan, konuşmaya değmez, hatırlatmaya değmez şeyler ... Her hikayenin bir başlangıcı vardır, bir de sonu. Her romanın giriş bölümü vardır bir de bitişi. Aynı onun gibi, her hayatın bir başlangıcı vardır, bir de sonu işte tıpkı bunun gibi. Sonu olan şeylerin sonu hakkında konuşmak da acı verir bize...

Takım elbiseler altında dolaşan insanlar ya da pejmurde dolaşan herkes. Banka hesabı dolgun zengin azınlık ve akşama evine ekmek götürme çabasındaki çoğunluk her kim olursa olsun yaşayan herkes, herkes acıkır, tuvalete gider, su içer, biri birinden birazcık fazla dayansa da mutlaka herkes uyur...ve herkesten biri olamamak, kendimizi zayıf hissetmek de acı verir bize...

Herkesin hayalleri vardır. Herkesin korkuları vardır. Herkesin kaygıları vardır. Herkesin sakladığı sırları vardır içimizde durur ve yine doğal olarak sahip olduğumuz bilgiler vardır. Herkesin tabi olduğu, yaşamın koyduğu temel kurallar bilgisi gibi. Hani hepimiz doğarız, büyürüz, olgunlaşırız, yaşlanırız ya bunun gibi. İsteyerek ya da istemeyerek uyduğumuz kuralların ya da prensiplerimizin bu gerçeklere ters düşmesi, sonlu bir hayatı sonsuz gibi yaşamaya çalışmak gibi mesela, bu da acı verir bize...

Bu gerçekleri konuşturmayan, su yüzüne çıkmasına izin vermeyen iğrenç şeyin içinde yüzen bizler. Gerçeklere yaklaşmaktan korkarız, gerçeklerden uzaklaşmaksa acı verir bize... 

En basit şekliyle sabah otobüs kalabalığında , kulağında kulaklıkla elindeki pahalı telefonunu etrafındakilere sergileyen, üstündeki markalı kıyafetlerin kendine ayrıcalık hakkı tanıdığına inanan ve aynı otobüste gittiği halde etrafındakilere '' Ben sizden biri değilim, sizden ayrıyım ve üstünüm, sadece bir süreliğine buradayım, sizle alakam yok.'' mesajını vermeye çalışan insanın tavırlarından dışına fışkıran zavallı acizliği . Dayanılmaz acınasılığını bastırmaya çalışırken üstüne örttüğü o maskenin altında kendini aramaya çalışmamış ve benliğine ulaşmak için hiç çaba harcamamış olmanın çürüttüğü insanca benliğin kokusu da acı verir bize...

O tip benzer bir benlikle, çoğu zaman karşımızdakine bir görüntü gibi davranırız, yeri geldiğinde sadece bir rakam oluverir tüm insanlar. Diğer insan ya da insanların ne hissettiğinin önemi yoktur. Diğerleri için bizim ne hissettiğimizin öneminin olmayışı gibi ve bu da acı verir bize...

Bu acıyı gidermek için iddialaşma, lüksle restleşme, beğenilme ve baş tacı edilme arzusu, sürekli kendinden bahsederek etrafındakilerin de insan olduğunu göremeyecek kadar körleşmek ve karşılıksız, emeksiz bedava bir sevgiyle sevilmeyi ummak büyük bir tutkuya dönüşür benliğimizde. Sonrasında bataklık derecesinde, kapsama alanından bir türlü çıkamayacağımız bencilliğe saplanır kalırız..İçimizdeki şeyler içinde en çok acı veren şeyse bencillik oluverir. 

Dostlarım size bir sır vereyim mi ? Bizi bencilliğe iten tüm sebeplerin altında, başında, ortasında, sonunda yani her köşesinde kesinlikle KAPİTALİZM vardır.

Çünkü kapitalizm bize ''Ne kadar çok zengin olursak o kadar çok mutlu olacağımızı söyledi .'' Bizleri Tv dizilerini örnek göstererek bu büyük yalanına inandırdı. Çoğunluk inandığı zaman, böyle bir şey imkansız diyen bir kaç kişinin önemi de kalmadı. Kapitalizm ''Ne kadar çok paran olursa o kadar çok sevilirsin, ne kadar çok paran olursa o kadar çok saygı görürsün.'' dedi. Oysa Kapitalizm, parayla kazanılan itibarlarda, saygı görenin ve sevilenin paramız olacağını hiç söylemedi.

Kapitalizmin mutluluk formülüne inanan zavallı insanlar  zengin de olsa asla tam manasıyla mutlu olamadı. Ne kadar fazla olsa o kadar az geldi, çünkü mutlu değildi.  mutsuzluğunu maddi gücünün azlığına bağladı ve daha fazlası için çalışmaya, çalıştırmaya, saldırmaya ve ezmeye devam etti...

Mutluluk ve Huzur peşinde koşan bizler, denemeye değer bir hedef olarak zenginliği seçtik bu hayalin peşinden koştuk, ulaşamadıkça, o hayal bizden uzaklaştıkça ulaşmak için daha da keskinleştik, sertleştik, kırıcı ve acımazsız olduk. Zaten aşırı çalışmaya zorlanıyor, saldırıya uğruyor ve eziliyorduk. Bizlerde etrafımızdakilerin insan olduğunu unuttuk. Tıpkı etrafımızdakilerin de bizim insan olduğumuzu unutmaları gibi ve bu da bize acı verdi.

Oysa biz, hani o acıkan, uyuyan, tuvalete giden, susayan herkesin bir parçası olan biz... Biz Kapitalizmin önümüze koyduğu zenginlik ve zenginliğin bize vaad ettiği mutluluğun peşinden hiç düşünmeden koşan bizler gizliyor ve yine konuşmuyorduk. Bizim sakladığımız benliğimizde gizlediğimiz bir diğer gerçek daha vardı.. Konuşmadığımız bu gerçek, sakladığımız bu sır Allah'tı.

Kapitalizm, kendi imamlarına Kitabımızı, Kapitalizmin istediği gibi yorumlattı ve bizler de inandık, çünkü herkes inanıyordu. Asıl gerçeğin onların söylediği gerçek olmadığı gerçeğini içimize attık. Bu gerçek bize acı çektirmeye ve diğer tüm acıları doğurmaya başladı...

Dostlarım ! İnsanı, insani duygulara sadık kalmak mutlu eder. 

Acımak, acınmak, karşılıksız yardım etmek, karşılıksız yardım görmek. Karşılıksız, insana insan olduğu için saygı duymak ve insan olduğumuz için saygı görmek bizleri mutlu eder. Üzüldüğümüzde dertleşebileceğimiz dostlar bizi mutlu eder, sevgiyle alınan hediyeler, aşkla yazılan yazılar mektuplar bizi mutlu eder, birbirine saygı duyan insanların meclisinde kendimize yer bulabilmek bizi mutlu eder..

Dostlarım! Kapitalizmin bize söylediği ama içimizde ta derinimizde sakladığımız sırlarla hiç örtüşmeyen şeyler, örneğin ; babamıza bile güvenemeyeceğimiz ve babamızın da bize güvenmediği bir ortam bizi mutlu etmez..Ayrıca çok çalışmak, zamanın yetmediği bir ortam bizi çıldırtır, insanlıktan çıkarır ve insanlıktan çıkmak bize acı verir... 

Avrupalının ''Modern'' kafasının ürettiği kapitalizm, bizim ''Medeniliğimizi'' yitirmemize neden oldu. Çünkü büyük medeni devletimiz Osmanlı, modern Avrupa'nın zenginliği ve sözde gelişmişliği karşısında kaybetmiş bizler de Avrupa'nın dayattığı kurallara uygun Medeni olmaktan uzak Modern sistemimizi kurmuştuk. Yani yeni Türkiyeyi. Avrupa'nın zenginliğinin sözde modernliğiyle alakasının olmadığını, zenginlik kaynağının Sömürgeciliği olduğunu ve sömürgeciliğin dinimize uygun olmadığını çok iyi biliyorduk, bu bilgiyi derinlerimize atmakta acı verdi bize....

Artık medeni değil moderndik. Medeni olmak, Medineli olmaya dayanan bir kavramdı. Medeni olmak Medineli efendimizin, Hz. Peygamberimizin ahlakıyla ahlaklanmak demekti. Kitabımızda Rabbimiz Hz.Peygamberimizi bizlere güzel ahlakı tamamlaması için yolladığını duyurmamış mıydı ? Yani, düşene yardım etmek, acizle paylaşmak, böbürlenmemek, kibirlenmemek, saygı göstermek, bağışlamak, affetmek, faizden uzak durmak, okumak, terbiyeli olmak, harama el uzatmamak, malımızın belli bölümünü karşılıksız şekilde fukarayla paylaşmak demek olan zekat vermek gibi Tanrısal emirler tüm insanları mutlu edebilecek asıl kavramlar değil miydi? 

Medeni olmak yani Medineli olmak, yani Peygamberimiz gibi olmak bizim hedefimiz olmalıydı.Oysa bizler biraz kör, biraz şaşıydık bu gerçeğe karşı.Çünkü Modern olmak için sarıldığımız Kapitalizm  bencil olmayı, karşılıksız vermemeyi ve bizden gayrısının insanlığına saygı duymamak gibi Medeniliğin gerektirdiği tüm kurallara aykırı kurallar benimsetmişti bize ve bu bize acı veriyordu....

Modern olmak yada Medeni olmak  ? Bu iki gerçekten biri yalandı ve biz yalan olanın peşinden gerçek gibi yürürken acı çekiyorduk...

Dünyanın her köşesindeki insanlar acı çekiyor. Bunun nedeni İnsanları insanlıktan çıkaran kapitalizm.

Bu acıyı en çok Müslümanlar yaşıyor. Çünkü yaşananlar ve inanç bir birini tamamlamıyor. Çelişki acı veriyor ve tam bu sebepten dolayı, bu yalanın sonu geldi, İçimizdeki en temel gerçeğe yani Rabbimizin bizim için çizdiği kurallara ve bizim için seçtiğini beyan ettiği gerçeğe sarılma zamanımız geldi....



Mustafa ÇİMEN
KAYSERİ 
15/09/13



8 Eylül 2013 Pazar

Merhaba güz soğuğu...

Merhaba ; güz soğuğu, durgunlaşan dünya, karanlık, uzun geceler, mağraların sessizliği ve dağların ayazı, dökülen kavak yaprakları, çamurlu sokaklarda üşüyen çocukluğum ve hatıramı dolduran soba dumanlı.. '' Seymen sokak '' merhaba. Merhaba geride kalan günlerim, şu anım, yarınım merhaba, ömrümün kalan yarısı, yumurtanın sarısı, kovanına çekilen bal arısı merhaba.

Şu an, sonbaharın ilk soğuğunu hissettiğim şu an, Youtube'de Türkan Şoray filminden bir sahnede Seha Okuş ''Hasretinle yandı gönlüm şarkısını söylerken  '' Bana zamanda yolculukla alakalı bir bilet verseler, haydi git deseler , hiç düşünmeden Sonbahara aşık olduğum Seymen sokağa giderdim. Önceleri 51 sonraları 73 numaradaki müstakil evimize, çocukluğuma, sekiz - on yaşıma giderdim.. Sonbahar da geldi, okullar da açıldı, sabah çıkardım akşama kadar oynar üşürdüm, aç gelir soba başında ısınır, annemgilin kaynattığı salçadan yerdim taze taze, kardeşlerimle kavga ederdim. O oyunda üşüyen eller var ya, buz kesen eller, o ellerimi özledim, soğuktan kızaran kulaklarımı, oyun oynarken üşüdüğünü hissetmediğim ayaklarımı özledim be sonbahar... 

Bahçelerden toplanan gazelleri yakarlar bir duman kaplar sokağı ki sorma, dumanın beyazı bir başka güzel, üstüme sinen kokusu bir başka güzel...

Komşular gelmiş akşam çay içmeye, büyükannem somyasında elinde tesbihi, o beyaz tesbihi, yaşlılıkdan bir deri bir kemik kalmış parmaklarının arasında dolaşıyor ... Bakışları bakışlarıma bulaşıyor. O bakışlardaki iman, serinlik, kaygı, keder, yaşama sevinci ve anlama derinliği, bir kaşık yoğurdun bir kazan sütü mayalaması gibi mayalıyor bakışlarımı. Ne güzel gözlerinin için ışıl ışııııl....hiç yaşlanmayan yeri insanın gözleri, yetmiş yaşında da olsa onbeş yaşında gibi.

 Dünya ne güzel. Önüm haftasonu, ardım tatil... en uzak gittiğim yer ilkokul, en iyi ayakkabım lastik, yıpranmış kitaplarım  ablamdan kalma, çantam yırtık pırtık, önlüğüm siyah, umut etmek ne demek, pişman olmak neyin nesi hiç bilmiyorum . 

Mustafa ÇİMEN
KAYSERİ 07/09/2013




Durmadan- Şiir

Sular çekilir, sel ile çağlayan yarmadan
Göz yaşları durulur, sel denize varmadan

Menzilimiz dağlarca uzak, yaşlılık bizi sarmadan
Kalkıp yürümek lazım, damarda kan durmadan

Mustafa Çimen______
07.09.2013