28 Nisan 2020 Salı

İstanbul Sözleşmesi ve Ankara Barosu

İstanbul Sözleşmesi ve Ankara Barosu
Kadına yönelik cinsel ayrımcılık ve aile içi şiddetin önlenmesi bahanesi ile A.B. 'ye girişin şartı olarak dayatılan İstanbul sözleşmesi Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transseksüel (LGBT) olarak isimlendirilen, İbne, dönme, travesti dediğimiz sapkınlara geniş haklar vermekte ve korunup kollanmaları için devlete yükümlülükler getirmektedir.
2011'de imzaya İstanbul'da açılan ve 2014'de Türkiye'nin imzalamasıyla yürürlüğe giren bu sözleşme A. B. ye giriş şartlarından biri olsa da İslamın şartlarına açıkça aykırıdır. Türk ahlak, töre, gelenek, aile yapısı ve yaşam tarzı ile taban tabana zıttır.
İstanbul sözleşmesi toplumu sapkınlıklara ittiği gibi sosyal hayatı ifsat etmekte, aile yapısını bozmakta, kadını cinsel bir meta yapmaktadır. İstanbul sözleşmesi İslama aykırılıklar taşımasının yanında Hristiyan ve Yahudi anlayışlarına da zıttır.
Ak partinin A. B'ye giriş bahanesi ile aldatılarak düşürüldüğü siyasi tuzaktır.
Türkiye bu sözleşmeden derhal imzasını çekmelidir.
Diyanet işleri başkanı hutbesinde yüce kitabımıza dayalı konuşmuş ve sapkınlıkların İslamda yeri olmadığını beyan etmiştir. Kuranı Kerim Lut kavminin sapkınlıklar nedeni ile helak edilişini açıkça anlatır ve Rabbimiz olan Allah'ın buna müsamaha göstermeyeceğini beyan eder.
Biz dinimize uymakla, toplumumuzu korumakla yükümlüyüz.
Dinimizin esaslarını kanunlardan üstün tutarız. Kuranın emirlerine tartışmadan iman ederiz.
Diyanet işleri başkanı Cuma hutbesinde:
İSLAM ZİNAYI EN BÜYÜK HARAMLARDAN KABUL EDİYOR. LÛTÎLİĞİ, EŞCİNSELLİĞİ LANETLİYOR" derken Kurana dayanarak konuşmuş, İslamın emirlerini duyurmuştur.
Ankara Barosunun açıklamasında "karanlık, ayrımcı ve ötekileştirici zihniyet" olarak tanımladığı açıkça İslamdır.
İslamı, Ankara barosuna ve tüm dünyaya tekrar hatırlatmak gerekiyor.
İslam bir dindir, Kitabı Allah katından indirilen Kurandır. İçindeki ayetleri ve emirleri tüm Müslümanların canları pahasına iman ettikleri ayetlerdir.
Ankara barosu, Ayetler her türlü meclis kararından, yasadan, laikçiden, Avrupa sözleşmesinden üstündür, sizler gibi ipi kopukların "karanlık" zihniyet diye aşağılayacağı türden bir şey değildir.
Karanlık olan sizsiniz.
Kuran her gün yep yeni ve tap tazedir, eskimez olandır, aydınlığın kaynağı, medeniyetin dayanağı, kurtuluşun ışığıdır.
Mustafa Çimen : 4/28/2020



27 Nisan 2020 Pazartesi

Türkiye'de Tarım ve Hayvancılığın Önünün Açılması İçin Yapılması Gerekenler

Tarım ve hayvancılığın önünün açılması için kısa vadece çabucak yapılabilecek ve hemen sonuç alınabilecek 7 önerimi sunuyorum. Bu öneriler tıkanıklık ve engel olarak gördüğüm hemencecik aklıma gelen en basit noktalardır. Bu hususlarda düzenlemeler yapılması ülkemiz, hayvancılığımız ve tarımımız için gerekli ve önemlidir. Uzun vadede yapılması gerek çok daha büyük ve önemli düzenlemeler, değişiklikler ve yenilikler şarttır.


1.Hayvancılığın önünün açılması için hayvan sevklerinde 3 aşı şartı derhal kaldırılmalıdır. Sağlıklı hayvanlar çıkış noktasında muayene edilip varış noktasında 15 gün karantinaya alındıktan sonra alıcısının işletmesine kaydedilmelidir. Böylelikle gerçek hayvan sayısını belirleyebiliriz. 3 aşı şartının kaldırılmasıyla hayvan hastalıklarının yayılacağını iddia edenlerin bu iddiası yıllardır 3 aşı kaydı olmadan sevk edilen hayvanların varlığı ile çürümüştür.

Hayvanlar şu an ülkemizin her yerine 3 aşı kaydı olmadığı için sevk raporsuz taşınıyor. Hastalık yayılacak, bulaşım artacak olsa çoktan olurdu. 3 aşı şartı sadece hayvan kayıtlarının önünde engel olarak durmaktadır. Gerçek sayıyı bilmemize engel olmaktadır. Mükerrer küpeler girilmekte, aflarla kesilip atılan ve yerine yenisi takılan küpler nediyle hayvan varlığımız sanal olarak artmaktadır.

2.Kesimhaneler bazında enerji desteği sağlanmalıdır. Kesim sayılarına göre elektrikte ve suda belli oranda teşvikler verilmelidir.

3.Gıda işletmelerinde TSE kalite yönetim sistemi (ISO 9001) teşvik edilmelidir. Kalite yönetim sertifikası alan firmalara vergi teşviki uygulanmalıdır. Vergi teşvikinden faydalanmak isteyecek gıda işletmeleri de ister istemez kaliteyi yükseltecek, alt yapıya önem verecek ve şartlarını kalite yönetim sisteminin  kriterlerlerine uygun hale getirecektir.

4. Yetiştiricilerin elinde hastalıktan yada diğer sebeplerden ölüm noktasına gelen hayvanlar olmaktadır. Bu hayvanlar çoğunlukla kesimhanelerce alınmamaktadır. Alınacak halde olanlar varsa da yetiştirici, imha edilme korkusu, hastalık, aşırı zayıflık yada antibiyotik nedeniyle hayvanını kesimhaneye götürülmemektedir. Bu hayvanlar portatif, kural tanımayan, kayıtsız çalışan kasaplara çok ucuza vermektedir. Sonrasında kesilmekte, parçalanmakta ve bir şekilde insan tüketimine arz edilmektedir. Bunun önüne geçmek için yukarıda bahsi geçen şekle gelmiş hayvanlar devlet tarafından  alınmalı ve imha edilmelidir, portatif kasaplara bırakılmamalıdır.

5.Tarımda çok hassas döneme giriyoruz. Dünyada gıda akış zinciri kırıldı. Şu gün bir pirinç tanesi bir ipondan daha hayatidir. Bu yüzden il müdürlükleri ziraat mühendislerini ürün bazında ayrı ayrı görevlendirilmeli ve sahaya sürmelidir. Örneğin, 10 mühendis buğday ekilen bölgelerde faaliyet gösterip buğday eken çiftçileri, köylerde, ilçelerde toplayıp sürekli eğitime tabi tutarken bir diğer grup mısır ekenleri, bir grup arpa, diğer grup pancar ekenleri sürekli eğitip ürünleri kontrol altında tutmalıdır. Bölgelerde  ekilen her ürünle ilgili eğitim, takip ve kontrol birlikleri oluşturulmalıdır. Bu ekipler sahadan ayrılmamalıdır.

6.Çiftliklerdeki organik gübrelerin fazlası il müdürlüğünce toplanmalıdır.Gübre havzaları oluşturulup toplanmalıdır. Gübreler ekim yada tarla hazırlık döneminde ziraat mühendislerinin planlama şemasına uygun şekilde çiftçilerle iş birliği içinde tarlalara kadar nakledilmelidir.

7.Yaylaklar genişletilmeli ihaleyle satışa son verilip acilen  yetiştiricileri birlikleri  ile temasa geçilerek  üreticilere tahsis edilmelidir. 

26 Nisan 2020 Pazar

Musa ile Firavun'un savaşı

MUSA İLE FİRAVUN'UN SAVAŞI

Toplumumuzda fikir önderleri olmalı, olmadığını en çok bu günlerde hissettim. Siyasi saiklerle konuşan yorumcuları siyasi bakış açısıyla dinleyen topluma gerçek fikir önderleri ne kadar ışık tutabilir? Bu da tartışılır.

Corona virusu ile alakalı açıklama yapan 2008'de Nobel Tıp Ödülü'nü alan Fransız Tıp Doktoru Luc Montagnier, "Corona virüsü Covid -19, Çin'in Vuhan şehrindeki laboratuvarda üretildi" dedi. Doktor Luc Montagnier, ayrıca coroan virüsü Covid 19'un tam bir profesyonel işi olduğunu ve içerisinde AIDS hastalığına sebep olan HIV virüsünden özel transfer edilmiş gen dizileri taşıdığını düşündüğünü söyledi.
Fransız doktor gibi düşünen binlerce bilim insanı var.

Abd başkanı Trump ve Abd'li bilim insanları , Avrupalı liderler Covid 19'un Çin'de üretildiği konusunda hemfikir.

Çin sırtını Dünya Sağlık Örgütüne (WHO) dayayıp kendini savunuyor.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cao Licien, başkent Pekin’de düzenlediği olağan basın toplantısında, "Size hatırlatmak istiyorum ki Dünya Sağlık Örgütü yetkilileri birçok defa Covid-19 virüsünün laboratuvarda üretildiğine dair herhangi bir kanıt olmadığını söyledi" demişti.

Peki WHO'yu yani  Dünya Sağlık Örgütünü kim finansa ediyor?

Bu soruyu yanıtlamadan WHO'nun birleşmiş milletler bünyesinde kurulu olduğunu belirtmek isterim. Birleşmiş milletler ise beş ülkenin kontrolünde. Amerika, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa. Hani şu "Dünya beşte büyüktür" dediğimiz beş ülke.

WHO bütçesi oluşurken en büyük katkı yüzde 15 lik payla Amerikadan geliyor. Geri kalan dünya ülkeleri aidat niteliğinde  WHO bütçesinin yüzde 17 lik kısmını karşılıyor. Kalan pay gönüllü kurum ve şahıslardan geliyor.

WHO'nun en büyük gönüllü finansörü ise, Bill ve Melinda Gates Vakfı. Bu vakıf, örgüt bütçesinin yüzde 9,76'sını direk finanse ediyor.

Diğer büyük bağışçı fiinansör ise, dünya genelinde aşıların yaygınlaştırılması için çalışan, en büyük ortağı yine Bill ve Melinda Gates Vakfı olan GAVI İttifakı. GAVI'nin bütçeye katkısı da yüzde 8,39.

İngiltere yüzde 7.79, Türkiye yüzde 0,08, Çin yüzde 0.21, Japonya yüzde 2.73 katkı sağlıyor.

Bill Gates'in WHO'nun üzerindeki etkisini yukardaki rakamlara bakınca daha kolay anlayabilirsiniz.

Peki pandeminin yayılması ve devletlerin hastalığın ilerleyişine  karşı tepkisiz kalmasına WHO'nun nasıl  etkisi oldu?

WHO, Covid-19 salgınını 11 Mart'ta pandemi ilan etti. Ancak pandemiye giden süreçte en büyük hatayı yada kasti açıklamayı  14 Ocak'ta, yani salgının Çin'de yayıldığı sırada virüsün "insandan insana bulaştığına", dair bir kanıt olmadığını söyleyerek yaptı.

Şubat ayının sonunda da virüsün yayılmasını engellemek için uçuşların kısıtlanmasına gerek olmadığına dair bir açıklama yaptı. Çin Wuhan'ı karantinaya alıp  Çin'in diğer bölgelerine kapatırken dünyanın her yerine Wuhan'dan uçuşlara devam etti!

WHO Hastalığın tüm dünyayı sardığı, birçok ülkede sokağa çıkma yasakları ve kısıtlamalarının geldiği Mart ortasında da, maske kullanımının zorunlu olmadığına dair öneriler paylaştı.

Aynı günlerde ülkemizde televizyon ekranlarında  el yıkamanın envayi yolu anlatılıyor maskeye gerek olmadığı söyleniyordu. Ancak sonrasında bu konudaki görüş de değişti ve maskelerin virüsten korunmakta önemli rol oynadığı belirtildi. Aynı dönemde  ülkemizde de  maskenin önemi vurgulayan açıklamalar el yıkamanın önüne geçti. Bu bize gösteriyor ki : Ülkemizde de bilmin gerçekleri yerine  WHO'nun gerçeklerini anlatan Prof. ünvanlı şarlatanlar kol geziyor.

Ayrıca WHO, salgını engellemede en önemli yolun  çok sayıda test yapmak olduğunu duyurdu. İngiltere, ABD, İtalya dahil birçok ülke, ilk aşamada geniş çaplı test uygulaması yapmasa da, sonrasında Çin’den aldıkları kitlerle uygulamayı hızla yaygınlaştırdı. Bir adım sonrasında  bu test kitlerinin bozuk olduğunu anladılar.

WHO'yu objektif olarak değerlendirdiğimizde Covid19'un yayılmasına ve pandemiye dönüşmesine sebep olduğunu söyleyebiliriz.

Trump da bunu söyledi ancak dünya çapında itibarsızlaştırma hareketinin hedefinde olduğundan söyledikleri duyulmadı. Biliyorsunuz , Trump WHO bütçesine olan Abd katkısnı kesmeye hazırlanıyor.

Covid 19'un yayılma hızından daha hızlı ilerleyen, daha korkunç olan şeyse Covid 19 la yaratılan "Korku". Korku dünyayı kuşattı,

Pandemiyle ekonomiler bozuldu, İmf ülkelere geçtiğimiz yıllarda  100 milyar dolar civarında kredi dağıtırken kredi talebi  1.5 trilyon dolara yükseldi.

İmf Afrika ülkelerine kredi verirken insanlara Çip takma şartı getirdi...

Dünya korkunç bir girdaba girmek üzere. Bu girdapta insanlığı insanlıktan çıkaracak şeyler görünüyor. 5G İle kuşatılan dünyada çipli insanlar robotlar gibi kontrol edilecek.

Başka bir yorumla çağımızın Firavunu insanlığı kendine köle yapma noktasında. Korku insana en hakim his. Firavunu ve  firavunları insanlığın peşinden koştuğu kapitalist sistemle yarattı.

Kurtuluş mu evet var.

Vagfuanna, Vagfirlena, Verhamna Ente Mevlana, Fensurna Alel Kavmil Kafirin.

Mustafa Çimen
Kayseri

10 Nisan 2020 Cuma

corona operasyonu teslim olmayın


Çin'in #Wuhan kentinde #Corona salgının başladığı Aralık 2019 dan bu güne yani 9 Nisana 2020 ye kadar yaklaşık 5 aylık sürede tüm dünyada ölen insan sayısı 95.718 kişi, İyileşenlerin sayısı ise 355,421 kişi.

Koronadan 120 günde ölen insan sayısı: 95,000
Diğer sebeplerden 100 günde ölen insan sayısı: 161,000,000

Koca dünyanın Corona pandemisi karşısında diz çöküp teslim olması ise çok korkunç aynı derecede de ilginç. İş yerleri kapanıyor, ekonomiler batıyor, dünyaya Corona korkusu ile yeni düzeni veriliyor.

Dünyada günlük kaç insan ölüyor diye merak edenler Googleye yazsın. Sonuçlar var, dakika dakika çalışan sayaçlar var, günlük ortalama dünyamızda 161,000 bin kişi ölüyor. Yıl başından bu yana yaklaşık 100 gün geçti tüm dünyada ölen insan sayısı 16,185,000 kişi oldu.Bu veriler yıllık istatistiklerden çıkartılmış verilerdir. 

Ölüm gerçektir, ölüm hakikattir, ölüm yaşayan her varlık gibi bizlerinde karşı karşıya kalacağı bir durumdur. Ölümsüz müyüz? Çağımızda kendimizi birazda öyle hissettiğimiz için mi ölümden bu kadar korktuk?

Neler oluyor şu an, hepimiz aynı endişeyle izliyoruz, üzüm üzüme bakarak kararır, insanda insana bakarak korkar, insanda insana bakarak aynı duygu okyanusuna dalar, endişe tüneline girer, akıl tutulmasına kapılır. Bu sosyolojik gerçeği okuyarak öğrenen, araştırarak bulan bilim adamı sosyologlarımız hayli çoktur , ben yaşayarak ve gözlemleyerek öğrenenlerdenim.

Daha virüs dünyaya yayılmadan tüm insanlara ekranlardan bazı görüntüler izletildi. Hastalığın çıktığı Wuhan eyaletini her gün izledik. İnsanlara nasıl korkacaklarını ekranlarda gösterdiler, el yıkamayı artır, maske tak, kalabalıktan uzak dur, yaşlılar sokağa çıkmasın, gençler sokağa çıkmasın. Her uygulama ile çıtayı biraz daha yükselttiler.

Koca koca devletlerin kurduğu dünya sağlık örgütü bu pandemiden anlının akıyla çıkamadı. Wuhan'ı karantinaya alsaydı, dünyaya kapatsaydı bu iş orada bitecekti. Başta bunun bir pandemi olmadığını söylediler. Çin Wuhanla diğer eyaletlerinin bağlantısını kesti ancak ilginç ve iğrenç şekilde Wuhan'dan dünyanın diğer yerlerine olan uçuşları durdurmadı. Who yani Dünya sağlık örgütü ise duruma müdahale etmedi. Who'nun hatası dünyaya pahalıya mal oldu. Çürümüş birleşmiş milletlerin kokuşmuş sağlık örgütü, öngörüsüzlük ve korkak politikalarının bedelini dünyaya ödetti.

Corona pandemisinin ''İlginç '' dediğim yönü olan'' Hastalık korkusuyla dünyaya ayar verilmesi tarafı var. Hastalığın bu yönünü de düşünün lütfen. Pandeminin bu açısına bakacak olursak, nükleer silahtan daha korkutucu.

Nükleer silahlardan, elinde nükleer silah olan kimsenin korktuğu yok, ancak bu pandemiden tüm dünya korkuyor.

Korkutarak ayar veriliyor dünyaya..


Sanayiler durdu, sağlık alt yapısı çöktü, üretim aksıyor, gıda zinciri bozuluyor. Amerika'nın bazı eyaletleri iflaslarını açıkladılar. Avrupa birliği dağılma noktasına geldi. Rusya olayı uzaktan seyrediyor ancak petrol fiyatları yüzünden çok zorda kaldı. Türkiye soğukkanlı duruyor fakat ekonomimiz son derece yavaşladı, işletmeler durunca devlet vergi kaybına uğradı, vergi toplama işimiz aksadı, ödemelerimiz devam ediyor. Her devlet gibi Türkiye de sıkıntıya girdi.

Bu olayın ne zaman ve nasıl neticeleneceği merak konusu. Stratejistler bu hastalıkla dijital paraya geçileceğini, insanlara yavaş yavaş çip takılmaya başlayacağını, Amerikanın batıp bölünmeye başlayacağını, küreselcilerin evanjelistlere karşı kazançlı çıkacaklarını, sermayenin yeni adresi olarak dünyanın yeni patronunun Çin olacağını söylüyorlar.

Önümüzdeki günlerde yağışlara bağlı sellerin oluşması, gıda ticaretinin aksamasına bağlı olarak çeşitli ülkelerde baş gösterecek açlık ve kıtlık, depremler, kasırgalar bizi bekleyen diğer sürprizler. 

Ülkemizde çeşitli tedbirlerin aldığını ancak yeterli gelmeyeceğini görüyorum. İnsanlar kendileri de bireysel olarak biraz daha akıllıca hareket etmeli, koyulan kurallara uyulmalı. Tarım ve hayvancılıkta bu sene ekstra desteklemeler yapılmalı. Bir santim dahi boş, ekilmemiş tarla, bostan, sera kalmamalı. Gıda depoları elden geçirilmeli.

Geçtiğimiz son üç senede et ve canlı hayvan ithalatı ile yerli hayvan üreticimiz büyük darbeler yedi ve iflas edenler oldu. Şu noktada dişi hayvan kesimi daha sıkı kontrol etmeli, hayvan beslemekte zorluk yaşayan çiftliklere maddi destek sağlanmalı. Su kaynaklarını daha dikkatli kullanmalıyız. Salgınla artan su tüketimini kontrol altında tutmalıyız.

Cumhurbaşkanımızın ''Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak'' sözlerinin arkasında derin manalar olabilir.

Korkuyoruz ama teslim olmayalım, ekonomiyi durdurmayalım, tarlaları boş bırakmayalım, esnafların batmasına engel olalım, bu üretim ve tüketimin aynı anda devam etmesine, üretimden tüketime ulaşan zincirin kırılmamasına bağlı. Hepimiz bir birimize bağlı ve bağımlıyız.

Korkmayalım toplumun yüzde doksanı bu hastalığı ayakta atlatacak. Yaşlılarımıza ve ikinci üçüncü hastalığı olan vatandaşlarımıza dikkat edelim. 

Korkunun yaratacağı umutsuzluk, korkunun doğuracağı panikle oluşacak hasarların açtığı yaralar ölümden daha ağır bedel olarak bizleri ve tüm dünyayı etkileyebilir.

İngiltere sürü bağışıklığı diye restini çekti ama geri vites yaptı, bizde buna benzer bir rest çekelim. Azdan az çoktan çok gider. Millet olarak bir savaşta 350,000 genç, sağlıklı, erkek  neslini feda eden Türk milletiyiz. Coronaya teslim olmamıza üzülürüm. 

Korku girdabından çıkınca durup düşünebiliriz, sağlıklı karar verebiliriz. Korku girdabından çıkalım.

Bir nefes sıhhat gibi devlet olmaz, devletlerimize sahip çıkarken birikimlerimizi sele kaptırmayalım.


7 Nisan 2020 Salı

COVİD19 VE YENİ İDDİALAR

Yaşadığımız dünyanın yuvarlak olması ne ilginç. Hakikatler de  tıpkı dünya gibi düz değil. Daha düne kadar el yıkayarak Covid-19'dan korunursunuz maske sizi korumaz diyen profesörler bugün aynı ekranlarda kızarıp bozarmadan maskesiz olmaz diyorlar, fıldır fıldır dönüyorlar.

Hastalık başladığında sadece el yıkamakla hastalıktan kurtulamazsınız maske takmak daha önemlidir demiş bu konuyla alakalı veteriner hekim kimliğimle bir yazı kaleme almış hem Google blogumda, hem Facebook sayfamda yayınlamıştım. Takipçilerim ve arkadaşlarım okumuştur.

Şimdi sizlere bir şey daha aktaracağım. Bu iddiayı duyunca araştırdım, bana mantıklı da geldi açıkça söylemem gerekirse şaşırdım da, dünya aşağıda açıklamaya çalışacağım iddia ile çalkakanmaya başladı: İngiltere'de insanlar baz istasyonlarını yakıyor.


Corona pandemisi ile birlikte şu iddialar da gündeme geldi. Bu teoriyi ilk Güney Kaliforniya'dan Miss Dana Ashile isimli bir hanımefendi dillendirdi. Müthiş iddialarını bilimsel makalelerlede destekliyor. Türkçe alt yazılı videoyu Facebook'umdan sizler de izleyebilirsiniz.

Covid-19 tek başına bildiğiniz grip virüsüdür. Covid-19 tek başına ölüme götürmez. Ölüme götüren işbirlikçisi 4.5G ve 5G teknolojisi ile gelen dalga boylarıdır.

Covid-19 virüsü 60 GH'ye kadar  yayın yapabilen 5G baz istasyonlarından yayılan magnetik alan dalgalarının etkileri ile birleşerek kaçınılmaz sonu yani ölümü getiriyor.

Bu iddialar bağımsız kuruluşlar, üniversiteler hatta devletler tarafından araştırılması gereken iddialar.

Peki bu 5G ne yapıyor? 5G 60GHZ gücünde dalgalar yayabiliyor. 60GHZ dalgalar ise hayatın temeli olan oksijen molekülündeki elektronların yapısını bozduğu için yapısı bozulan oksijen akciğerlerinize geldiğinde hemoglobine bağlanamıyor. Oksijensiz kalan insanlar televizyon ekranlarında gördüğünüz gibi yürürken birdenbire boğulup ölüyorlar.

 Covid-19'u ilk duyduğumuz Çin'in Wuhan eyaletinde 190.000 tane 5G baz istasyonunun olması da kafaları karıştırmaya yetmiş.

Dünya koca bir laboratuvara dönüştürüldü. Yapılan deneyin denekleri insanlar, kullanılan  unsurlar Covid-19 visrüsü, baz istasyonları ve cep telefonları.

Deney nasıl yapılıyor? Covid bulaştıktan sonra cep telefonları ile, hareketlerinizdeki değişiklikleri, dokunuşlarınızdaki farklılığı ve ateşinizi tespit ediyorlar. Sonrasında cep telefonunuza yollanan yüksek dalgalarla etrafınızdaki oksijenin elektron yapısını bozuyorlar.
İkinci üçüncü hastalığı olanlarla yaşlılar birden bire azalan oksijen yokkupuna tahammül edemiyorlar.

Sonra ne mi oluyor?

-Kuru öksürük, oysa akciğerlerde enfeksiyon oluştuğunda akciğer bronşlarında salgı yani balgam oluşur. Covid-19'da  ise ilginçtir ki balgam olmuyor.
-Solunum bozukluğu
-Solunum zorluğu
-Git gide yükselen ateş
-Kandaki oksijende azalma
En sonunda da kalp aşırı çalıştığı için yüksek tansiyon, böbrek bozuklukları ve boğularak ölüm.

5G ile gelen manyetik dalgalar insan, hayvan, böcek ve bitli sağlığı üzerine daha ne gibi etkiler oluşturacak bu soru kafaları epeyce karıştıracak. Ankaraya gelen martılar, çekirge salğınları, karınca istilaları, arı ölümleri ve birçok olayın 5G ile bağlantısı var mı?

100 Gb boyutunda filmi 1 dakikada indirmek mi daha hayati yoksa oksijen mi?

Bu sorunun cevabını toplumla birlikte tarafsız bilim yanıtlayacak.

Mustafa Çimen
KAYSERİ
NİSAN 2020


3 Nisan 2020 Cuma

CORONA TUTUNACAK SON DALLARI

CORONA TUTUNACAK SON DALLARI;

Bir kısım insanlar  Cumhurbaşkanımız Erdoğan'a muhalif. Muhalefeti anlıyorum, saygı duyuyor ve seviyorum. Muhalefet güzel bir şeydir.

Okyanusta seyahat eden bir gemi düşünün. Gemi yoluna devam ederken tüm yolcu ve mürettabatı: gemiyi, geminin canlı cansız yükünü, geminin selahiyetini kaptanla birlikte düşünmek zorundadır. Kaptan da yanlış ya da eksik kararlar alabilir, insandır sonuçta. Gemide: zeki, bilgili, tecrübeli ya da sezgileri daha kuvvetli birileri kaptana eksiğini, gediğini, yanlışını gösterip anlatabilir. Yapmasalar vebali vardır.

Gel gelelim ikinci güruha, kifayetsiz muhterislere, Erdoğan muhalifleri değil Erdoğan'ın düşmanlarına. Bunlar Erdoğan'ın inandığı değerlere düşmanlar, Erdoğan'ın inanığı dine, okuduğu Kuran'a, iman ettiği Peygambere düşmanlar.

Şaşırdıklarım ise bu muhterislerin ipine takılıp onlarla Erdoğan'ı taşlayan Müslüman kardeşlerim.

Erdoğan düşmanları, gemi yoluna devam ederken kaptan Erdoğan'ın Müslüman ahlak, ahkam, gelenek ve inançlarına uygun kararlar vermesine düşmanlar. Örneğin : Erdoğan'ın Suriyeli mültecilere sosyal yardım yapmasını akılları almıyor çünkü onların dininde vermek yok, sürekli almaları lazım.

Erdoğan'ın SİHA, İHA, tank, hastane, kanal, hava alanı, yol, konut, motoru taşıtlar, sulama kanalları, barajlar, hesler, rüzgar tribünleri, nükleer santraller yapmasını istemiyorlar çünkü, Müslümanların başı dik, göğsünü gere gere yürümesinden korktukları kadar başka bir şeyden korkmuyorlar.

Erdoğan düşmanlarının dahil olduğu şer ittifakı hemen hemen 1770 den beri gelen tarihsel süreçte, Türkiye Müslümanlarını yıldırmışlardı. Müslümanlar artık kendilerine güvenlerini kaybetmişlerdi. Bizim başımıza kendilerinin lider olarak tayin erttikleri hokkabazları getiriyorlardı. Hasbel kadar Abdülhamit Han gibiler iktidarı alacak olsa ellerinde tuttukları para, silah, medya, ajanlar ve aklınıza gelen gelmeyen  her türlü unsurları kullanarak itibar suikastından, cinayetlere kadar geniş seçeneklere baş vurarak değişik tiplerde darbelerle liderleri yok ediyorlardı. Atatürk gibi isimleri, yanlarına koydukları doktorlarla zehirleyip öldürüyorlardı.

Bu düşman gürüh, Erdoğan'ın yanında duran herkese de doğal olarak düşman. Erdoğanı seven insanların zekaları ile alay ediyorlar. İnandıkları değerleri hor görüp, yaşam tarzlarını aşağılıyorlar. Bu insanlar kendilerinden ve kararlarından kuşku duyarak Erdoğan'ın liderliğini sorgulamalarını arzuluyorlar.

İçerdeki şer ittifakını dışardan yönetenler, ülkemizin tam bağımsız olmasını ve diğer islam ülkelerine örnek teşkil etmesini kabus olarak görüyorlar. Tüm güçleri zenginliklerine, tüm zenginlikleri ise İslam coğrafyasından gelen madenlere, altına ve petrole dayalı.

Müslüman ülkelerin Erdoğan liderliğinde uyanışa geçmesinin vakti geldi. Gözü açılan Müslümanların Prens Selman ile, babası gibi kuklaları devirmesinin vakti geldi. İslam coğrafyası ısındı, kaynama sıcaklığına ulaştı. Dostlarım, eski dünya yok oluyor ve bu ateşi Erdoğan yaktı.

Burada istirhamım Müslümanlara. Akıl gözünü açık tutup gönül gözüyle 17 yılın analizini çocuklarınıza yapın. 2023 bize ya bir yüzyıl rahat nefes almanın kapısı olacak, ya da ayağımıza takılan prangayla lağamın dibinde en az bir yüz yıl daha boğulma zinciri.

Mustafa Çimen
01.04.2020