1 Aralık 2018 Cumartesi

BİR BATAN VAR VATAN

En kötüsü eğitim sisteminde maaşla görev alan öğretmenlerin çoğu saadece maaş farklarını, emekliliklerini , ek göstergelerini düşünüyor. Milletin emaneti çocuklara milli ruhu nasıl kazandırırım, vatan severligi nasıl öğretebilirim, Edirneden Ardahana birinin eline diken batsa bizim burda cigerimiz sızlar, bir esnaf batsa bu bizede zarar verir, bunu öğretmiyorlar çünkü kendileride bi haber. 
Putin diyor ki "Sanayi, savunma ve elektroniğe yatırım yapmak yerine ithal cep telefonlarına yatırım yaparsanız yarın düşman ülkemizi işgal ettiğinde o telefonlarla ancak düşman askerleriyle selfi çekersiniz " . Bizim durumumuzda bundan çok farklı değil ve 2023 ü bize göstermeden savaşa çekecekme gayretleri ayyuka çıktı.
Kuzey Suriye, Güney Kibrıs, Ege nereden başlar bilmem. 2019 un güzelliklerle dolu olmadığı aşikar.
Bir umudum Allah.
Deniyorki ; 14 milyon kişi devletten direk hakkı olan maaşı alıyor. Emekliler, memurlar, işciler vb. 10 milyonun üzerinde kişide sosyal yardım maaşı alıyor. Devlet 25 milyon kişiye maaş veriyor. Sosyal sigortalar kurumuna da 15 milyon kişiye maaş olabilecek kadar fon aktarıyor. 80 milyon nüfusta 40 milyon kişi...
Bu manzara siyasetin popilizimle yürütüldüğü 1980-2000 yıllarından bize kalan bir kazık. 2018 de ise manzara yeniden popilizim siyasetine dönmeye başlamış durumda. Bir siyasetci erken emekliliğin kapısını açacağını vaad ediyor, diğeri ek göstergeden bahsederken bir diğeri yıpranma paylarını artırmaktan.
BIR BATAN VAR VATAN... kimese umursamıyor.
Siyaset vatana hizmet icin yapiması gereken birşey, ancak vatanseverlik para sevgisinin çok gerisinde kalmiş, milliyet bilinci makam aşkı yanında kıl kadar kıymetsiz, pek çok kişi dolu kasasına, yüksek makamına güveniyor ancak gemi batarsa o paranda seni kurtarmaz, makamında...
Ben az diyeyim siz çoğunu anlayın.
Birlik olalım dirlik olsun.
Mustafa Çimen

23 Ekim 2018 Salı

Hangi ülkede ne kadar altın var ?

2018/ton son verilere göre

1-Amerikada   8133,5
2-Almanyada  3369,8
3-İmf               2814
4-İtalya            2451,8
5-Fransa          2436
6-Rusya           1998,5
7-Çin                1842,6
8-İsviçre          1040
9-Japonya          765,2
10-Hollanda       612,5
11-Hindistan       573,1
12- Avrupa m.bank 504,8
13-Tayvan       423,6
14-Portekiz               382,5
15-Kazakistan       326,4
16-Sudi Arabistan   323,1
17-Birleşik Krallık   310,3
18- Lübnan         286,8
19-İspanya    281,6
20-Austuya   280
21-Türkiye 246,3

Dünyada rezerv olarak 34 bin ton altın bildirilmiş. Bu rakamlar merkez bankalarının sahip olduğu rakamlar

Dünya genelinde yıllık altın üretimi 1500 ton civarındadır. Bazı ülkelerin sahip olduğu altın miktarları şöyledir; ABD (8000 ton), Almanya (3400 ton), İtalya (2450 ton), Fransa (2430 ton), Çin (1050 ton), İsviçre (1040 ton), Rusya (920 ton), Japonya (755 ton), Hollanda (610 ton), Hindistan (550 ton), Türkiye (500 ton). (Ülkelerin altın rezervleri aylık ve yıllık olarak değişebilmektedir.)
Türkiye’deki önemli altın madenleri şu bölgelerde bulunur; Uşak-Eşme, Gümüşhane-Mastra, İzmir-Bergama, Erzincan-İliç, Balıkesir-Kaz Dağları-Havran, Niğde-Ulukışla, Artvin-Cerattepe, Erzincan-Çöpler.

  • Altın rezervlerinden tarih boyunca toplam 160 ila 165 bin ton altın çıkarıldığı tahmin edilmektedir. Bu miktar, iki olimpik havuzu dolduracak kadardır.
  • Tarih boyunca üretilen altının değerinin 5 - 5,5 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor.
  • Tarih boyunca cevherlerden çıkarılan veya üretilen altının yarıdan fazlası hükümetlerde ve merkez bankalarında bulunur. Mevcut ve kullanılan altınların çoğu “antik” olarak kabul edilir.
  • Dünya altın üretiminin yüzde 50’si takılarda, yüzde 40’ı yatırım için, yüzde 10’u da sanayide kullanılır.
  • Dünyanın en büyük altını Venezüella’da bulunuyor. 7,7 onsluk altın, yaklaşık 1,5 milyon dolar değerinde…
  • Periyodik tablodaki elementler arasında para birimi olarak seçilen tek metal altındır. Bunun en büyük nedeni paslanmaması, kolay işlenmesi, saf olarak bulunabilmesi ve toksik olmamasıdır.
  • Altın, emtia piyasasında önemli bir yatırım ve milletlerarası ödeme aracıdır. En risksiz yatırım araçlarından biri olarak kabul edilir. Arzın sabit veya az olması sebebiyle altın fiyatlarında talebe göre inişler ve çıkışlar yaşanır.
  • Dünyadaki en değerli ticari metal altındır. Diğer değerli metaller şunlardır; rodyum, platin, iridyum, paladyum, osmiyum, renyum, rutenyum, gümüş. (Emtia piyasalarına göre sıralama değişebilmektedir.)
  • Doğadaki en saf altın binde 999,9 oranında saflıktadır. Yüzde 100 saflıkta altın doğada bulunmaz.
  • Altına; gümüş katılınca yeşilimsi, çinko katılınca sarı, nikel ve platin katılınca beyaz, bakır katılınca sarı ila kırmızı arasında renkler kazandırılabilir. Takılardaki rengine göre halk arasında “beyaz altın”, “yeşil altın”, “sarı altın” veya “kırmızı altın” gibi ifadelerle bilinir.
  • Altın oldukça yumuşak fiziksel yapısı sebebiyle her türlü işleme imkân verir. Örneğin; 10 gram altın dövülerek 11 metrekarelik ince bir levha çekilebilir veya 570 metre uzunluğunda ince bir tel çekilebilir.
  • “Kral suyu” olarak bilinen nitrik asit ile hidroklorik asit karışımı güçlü asit, altını çözebildiği için “altın suyu” olarak da bilinir.
  • Dünyada takılarda en fazla altın kullanan ülkeler Hindistan ve Çin’dir. Hindistan’daki düğünlerde yılda bin tonun üzerinde altın takılar kullanılmaktadır.
  • Hindistan’da çeşitli kutlamalarda bazı yiyeceklerin üzerine altın tozu serpilir, bazı içeceklere de altın parçaları katılır.
  • Yapılan araştırmalara göre, ağız yoluyla vücuda alınan altın sindirilemez ve vücuttan atılır. Yani altın vücuda alınsa bile sağlığa zararlı değildir.
  • Altın toksik değildir; ancak altının üretimi ve işlenmesinde oldukça zehirli olan siyanür kullanılır. Altın üretiminin yüzde 80’den fazlası siyanürle yapılır. Son yıllarda farklı üretim alternatifleri araştırılmakta veya uygulanmaktadır.
  • 2012 yılında yapılan bir araştırma, radyoaktif Au-198 izotopunun, prostat kanserine karşı kullanılabileceğini ortaya koydu. Au-198’in, kanserli hücreleri yok edebildiği, diğer hücrelere zarar vermediği yönünde olumlu sonuçlar ortaya çıktı.
  • 2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre, yerkabuğunda yaşanan depremler sırasında oluşan kırıklardan buharlaşan suyun altın oluşumunu sağladığı belirtiliyor.
  • 2015 yılı itibariyle yerkabuğundaki altın miktarının 186 bin 700 ton olduğu tahmin ediliyor.

Altın, dünyanın pek çok ülkesinde düşük oranlarda bulunur. Yerkabuğu kütlesinin milyonda birini içerdiği tahmin edilmektedir. Deniz suyu 1 milyon tonda 4 gram altın içerir. Altın içeren başlıca mineraller kalaverit, silvanit ve krennerittir. Ayrıca, kurşun ve bakır minerallerinde, volkanik kuvarslarda, kumlu akarsu yataklarında altına rastlanmaktadır. Minerallerde saf veya bileşikler halinde bulunabilir.
En büyük altın rezervi bulunan ülkeler; Güney Afrika, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Yeni Gine, Kanada, Endonezya, Özbekistan, Peru, Gana, Burkina Faso, Mali ve Avustralya’dır. Dünya rezervinin üçte ikisi Güney Afrika’da bulunur.

Altın ayarı, saflık derecesini ifade eder. Dünyada “karat” olarak bilinen ölçü birimi, Türkiye’de “ayar” olarak adlandırılır. Altının bütününün her bir parçası “ayar” olarak ifade edilir. En saf altın (% 99,95) 24 ayardır; yani ayarı, bütünün 24’te biridir. 22 ayar altın, yüzde 91,6 oranında altın, yüzde 8,4 oranında diğer metalleri içerir. 18 ayar altın, yüzde 75,14 oranında, 14 ayar altın ise yüzde 58,5 oranında altın içerir. 10 ayar altında, yüzde 41,7 oranında altın vardır. Düşük ayarlı altınlar oldukça yumuşaktır. Şeklini koruyamadığı için genellikle kuyumculukta kullanılmaz. Bu sebeple çeşitli elementlerle sertleştirilir. Beyaz altının ayarı 19,2 olarak kabul edilir.

ltının kimyasal sembolü “Au”dur. Atom numarası 79, atom ağırlığı 197, yoğunluğu 19,3 gr/cm3’tür. Erime noktası 1064 derece, kaynama noktası 2856 derecedir. Enerji seviyesi başına elektronları “2, 8, 18, 32, 18, 1” şeklindedir. Atom yarıçapı 135 pm, kovalent yarıçapı 144 pm’dir. Kristal yapısı yüzey merkezli kübiktir.
Periyodik tabloda 11. Grup, 6. Periyot, D-Blok elementlerinden biridir. Geçiş metalleri element serisinde yer alır. Saf halde yumuşak, parlak, sarı renkli bir elementtir. Kolay işlenebilen ağır bir metaldir. Kolayca dövülebilir, haddelenebilir, kabartılabilir, oyulabilir, dökülebilir, kakılabilir. Metaller arasında en yumuşak ve kolay işlenebilen metal olarak bilinir. Gümüş ve bakırdan sonra elektrik iletkenliği en yüksek metaldir. Kolayca kimyasal tepkimeye girmez. Asitlere karşı dayanıklıdır, çok kararlıdır, havadan ve sudan etkilenmez, paslanmaz, kararmaz ve matlaşmaz. Sadece “kral suyu”nda çözülebilir. Bileşiklerinde +1 ve +3 değerliklidir. +3 değerlikli bileşikleri genellikle kararlıdır. Organik tuzları kararsızdır. Bütün bileşiklerden kolaylıkla metal formuna indirgenebilir.

Altının geçmişinin hangi uygarlığa kadar uzandığını tespit etmek zor; ancak milattan önce 4000’li yıllara kadar uzanan tarihi olduğu tahmin ediliyor. 3200’lü yıllarda eski Mısır’da para olarak kullanıldığına dair bazı kanıtlar var. Peru’daki bazı antik kalıntılarda M.Ö. 2000’li yıllara ait altın ziynet eşyalarına rastlanmış. Aztekler, İnkalar, İskitler, Yunanlar, Sarmatlar, Mısırlılar, İranlılar, Asurlar, Sümerler ve Lidyalar başta olmak üzere hemen hemen bütün medeniyetlerde para, takı, mücevher ve süs eşyası olarak altının izine rastlamak mümkün. Simyacıların “filozof taşı” olarak adlandırdıkları efsanevi madde de, kurşunla birlikte “muhtemelen” altından oluşuyordu. İlk saf altın paranın, M.Ö. 560 yılında Lidya’nın Küçük Asya krallığında üretildiği kaydediliyor. Yakın tarihte altınla ilgili en önemli ilk kimyasal işlem, Japonya’da yapılmıştır. Altının radyoaktif izotoplarının ilk sentezi, 1924 yılında Japon fizikçi Hantaro Nagaoka tarafından “nötron bombardımanı” yoluyla gerçekleştirilmiştir.
“Altın” kelimesi, Latince “parlayan, ışıldayan” anlamlarındaki “aurum” kelimesinden türetilen bir sözcüktür. Simgesini de bu sözcükten alır. İngilizcesi “gold”dur. Diğer bazı dillerde de, “şafak, parlaklık, şafak parıltısı” gibi anlamlara gelen benzer kelimelerden türetilen sözcüklerle ifade edilir. Türkçedeki “altın” ifadesinin en eski kaynağının ise, Orhun Yazıtları’ndaki “altun kümüş kergeksiz kelürdi” şeklinde yer alan “eksiksiz altın ve gümüş getirdi” anlamındaki cümleden geldiği belirtiliyor.

www.makaleler.com dan yararlanılmıştır


5 Ekim 2018 Cuma

Tarım bakanlığı personel sayısı kaçtır ?

2017 verilerine göre
Tarım bakanlığında 57 bin 175 personel görev yapmaktadır.
3.500 merkez diğerleri ise taşra teşkilatındadır.
44 bin memur
2 bin sözleşmeli
10 bin işci kadrosu vardır

15 bin Ziraat Mühendisi
8 bin Veteriner Hekim
2 bin Gıda mühendisi
1200 Su ürünleri mühendisi
5 bin Tekniker
2 bin Teknisyen görev yapmaktadır.

TÜRKİYE SÜT ÜRETİMİ NEDİR ?

2017 üretimimiz 20 milyon 700 bin ton olarak açıklanmıştır. Bu sütün 9,1 milyon tonu sanayiye aktarılmakta %56 sı kayıt dışı işlenmektedir ( Ulusal süt konseyi )
16 milyon büyükbaş
45 milyon küçükbaş
220 milyon et tavuğu
120 milyon yumurta tavuğu vardır.

Türk halkının ortalama yıllık 36 kg  süt tüketimi, 15 kg peynir, 30 kg yoğurt, 15 lt ayran, 1,5 kg kadar tereyağı tüketimi vardır. Hepsi süt olarak hesaplandığında rakam yıllık 231 kg a ulaşmaktadır. (2017 verilerine göre ).

Sadece süt olarak bakıldığında ; Almanlar 54, Fransızlar 50, Abd 57, Çin 20, İran 27 kg süt tüketmektedir.

Asya ortalaması 33, Avrupa ortalaması 59, Abd ortalaması ise süt tüketiminde 57 kg civarındadır.

24 Mayıs 2018 Perşembe

CUMHUR İTTİFAKI PROTOKOL METNİ

CUMHUR İTTİFAKI PROTOKOLÜ
I
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK PARTİ) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirilecek olan 27'nci Dönem Milletvekili Genel Seçimlerine, 2839 sayılı Kanunun 12/A maddesi ve işbu protokol uyarınca “Cumhur İttifakı" unvanıyla seçim ittifakı yaparak katılmaya karar vermişlerdir.
Cumhur İttifakı, Türkiye'nin istiklâlini ve istikbâlini her şeyin üstünde tutan bir anlayışla, güçlü ve istikrarlı bir parlamento yapısının oluşturulması ve gelecek beş yıl  içinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesini temin etmeyi hedeflemektedir.  Aynı anlayışla Cumhur İttifakı'na destek veren Büyük Birlik Partisi de bu ittifakın bir parçası konumundadır.
Milletin sesine kulak vererek uzlaşan ve bu uzlaşısını Cumhur İttifakı ile taçlandıran AK PARTİ ile MHP, Cumhur İttifaki unvanı ile farklı siyasi partiler olarak  hükmî şahsiyetlerini muhafaza ederek seçimlere girecekler ve Milletvekili seçim kanunu  ile diğer mevzuatta yer alan esaslara göre, ayrı ayrı milletvekili aday listeleri vereceklerdir.
II
Cumhur İttifakı'nın 24 Haziran yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki  ortak adayı, Sayın Recep Tayyip  Erdoğan’dır. Cumhur İttifakı, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni  hükûmet sistemine göre büyük bir seçmen desteği ile Cumhurbaşkanı  seçilmesi için birlikte çalışacak, gayret gösterecektir.
III
Cumhur İttifakı esasen, 15 Temmuz  2016'da FETÖ'nün teşebbüs ettiği hain darbe ve işgal hareketi sonrasında, Türkiye'nin maruz kaldığı saldırılara karşı yerli ve milli bir duruşun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Zira 15 Temmuz 2016, ülkemiz için her bakımdan dönüm noktası ve yeni bir başlangıç olmuştur. 7 Ağustos 2016'da Yenikapı'da ortaya çıkan "millî mutabakat", 16 Nisan 2017 Halkoylamasında milletimizin iradesiyle kabul edilen hükümet  değişikliğiyle perçinlenerek "millî şuur'a dönüşmüş, 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde kurulan Cumhur İttifakı'yla da millî bekayı esas alan "ahlâkî ve siyasî uzlaşma" ile somutlaşmıştır.
"Cumhur İttifakı" sadece bir seçim ittifakı olmayıp, Türkiye'ye yönelik iç ve dış kaynaklı hasmane girişimler karşısında,  millî ve ahlâkî bir duruş ve bu çerçevede sürdürülecek tarihi bir birlikteliktir.
IV
Cumhur İttifakı, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma” hedefini yakalama azmi ile milli ve üniter devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Milletini ilelebet yaşatma iradesidir. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK PARTİ) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Yenikapı’daki  mili diriliş ruhu ile harekete geçmiş,  devleti ve millet iradesini tahkim eden bir Anayasa değişikliği neticesinde güçlü bir yönetim sistemi getirmiştir. Böylelikle Türkiye yeni bir siyasi sürece girmiştir ve bundan geriye dönüş olmayacaktır.
Cumhur İttifakı, Türkiye’yi hedef alan saldırılar karşısında parti çıkarları ve günlük siyaset hesapları yapmaksızın ortak bir duruş ortaya koymaya ve Türkiye’yi zayıflatarak uluslar arası operasyonlara açık hale getirmeye yönelik her türlü faaliyetin karşısında yer almaya kararlıdır. Bu kararlılık ve işbirliği ile ittifakımız Türkiye’yi bölgesel güç ve lider ülke yapacak 2023 hedeflerini gerçekleştirmenin yanı sıra, İ’la-yı  Kelimetullah uğruna asırlarca dünya barışının ve adaletinin teminatı, İslam aleminin ve bütün mazlum milletlerin yegane ümidi olan Türkiye’yi küresel bir güç haline getirecek, 2053 ve 2071 vizyonun alt yapısını adım adım inşa edecektir.
V
24 Haziran’da birlikte yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri Türkiye için hayati önemi haizdir.  24 Haziran seçimleri, bir taraftan Türkiye’yi hedef alan sistematik saldırılara karşı güçlü bir cevabın verileceği, diğer taraftan da ülkemizin ayağındaki prangaları söküp atarak, bu saldırıları kalıcı olarak bertaraf edecek ve Türkiye’yi parlak bir istikbale taşıyacak yeni hükümet sisteminin tam olarak yürürlüğe girecek seçimlerdir. İnanıyoruz ki 24 Haziran’da milletimiz tercihini büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası için yola çıkmış, şeffaf, bağımsız, kirli hesaplardan uzak, hasbi duygularla kurulmuş, Cumhur İttifakı’ndan yana kullanacaktır.
Cumhur İttifakı’nın yolu açık, Türkiye’nin ufku aydınlıktır.
Gayret bizden, Tevfik Allah’tandır.

3 Mayıs 2018 Perşembe

DEMOKRASİNİN ŞERRİNDEN DE ALLAHA SIĞINIRIM

Mantık çerçevesi sınırlarında bu demokrasi öyle saçma bir sistem ki…
Gelişmiş toplumlarda uygulanması olası ve mantıklı gözükse de, gelişmemiş olan toplumlarda uygulanması mantık dışıdır.
Ya toplumu uyandırmamak ya da rencide etmemek için gelişmemiş toplumlara ‘’ gelişmemiş’’ denmiyor da’’ gelişmekte olan’’ toplum deniliyor.
Gelişmemiş bir toplumu geliştirmek için ne gerekir?
Teknoloji, üretim, bilgi, kültür, sanat,  sanayii, yüksek ahlak, oturmuş yasalar, adalet,  kalite, daha yüksek kalite, titizlik, saygı, sevgi, toplumun bir parçası olduğunu fark etmiş ve kabul etmiş birey vb şeyler.. .
Bilgi, teknoloji, sanayii para ile elde edilir. Paranız çok olur, dünyanın en büyük bilim kampüsünü kurar, en teknolojik labaratuarlarını hazır hale getirir, dünyanın her yerinden bilim insanlarını toplar dersiniz ki; Alın size imkân ve para, alın size ödenek, alın size laboratuar, alın size ekip.
Dünyanın çeşitli ülkelerinden getirdiğiniz on bin bilim insanından bir tanesi yeni bir şey keşfetse, tüm yatırımlarınınızın ve bilim insanlarının hepsinin masrafı çıktığı gibi ülkeyi de ekonomik olarak uçurabilir.
Paranız yoksa ve yetiştirdiğiniz bireyler, fertler, evlatlar milletlerine aşık değil de maddi imkanlara, rahata ve refaha aşıksa, dakkasında yüksek teklifi veren ülkeye yada kendisi için rahat olacağını düşündüğü ülkeye kapağı atar.
Topraklarınızdan çıkan altın nasıl ülkenizin zenginliğine zenginlik katıyorsa, milletinizin içinden çıkan yerli ve milli beyinler de ülkenin altın madenlerinden daha kıymetli zenginlikler üretebilir.
Parayla alınanların dışında parayla alınamayan şeyler ne olacak peki ? Yani sevgi, saygı, adalet, titizlik gibi erdemler nasıl kazanılacak.
Bu yüksek insani erdemlerin kaynağı nedir? Toplumsal huzur ve adalet olmadan bu erdemler yaşanıp, kabül görebilir mi?
Sevgi, saygı, adalet olmadan ve toplumca kabül görmeden manevi erdemlerin hiç birinin tezahürünü toplumda tamami ile göremeyeceğimizi düşünüyorum.
Tam bağımsızlık için mücadele vermek, tüketim toplumu olmaktan çıkıp üretim toplumuna dönüşmek için liderlerin doğru bir yol haritası sunması gerekir.
 Bu yol haritasında yürümek, mücadele ve gayret, tasarruf, hak edilmeyen lüksten uzak kalmak gibi sıkıntılı da denilebilecek badireleri içerebilir. Eskilerin deyimi ile acı reçete olabilir.
Acı reçete olmadan parlak geleceklere ve zenginliğe ulaşmanın yolları da olasımıdır? Böyle bir olasılık varsa elbette parlak zekâlı, dahi liderlerin bunu topluma anlatması ve toplumu inandırması da gerkir. Ancak geçirdiğimiz 1960-2000 arası yıllardan ibret alarak gelecek nesillerin rızkını bu günden tüketmeyi uyanıklık saymamamız gerekir. Yani bu gün borç alıp biz rahat edelim, torunlarımız da ödesin demek ahlaki bir seçenek olmamalıdır.
Toplumlar, kendilerine sunulan acı reçeteteleri kendilerini sınırlandıracağı ve zora sokacağı için kabul etmeyi elbette istemeyeceklerdir.
Bu yüzden demokrasi gelişmekte olan toplumlar için saçma bir sistemdir.
Toplumla milletin farkı burada kendini belli eder.
 Hele hele tarihi bir misyonu olan milletler farklı hareket edecektir ve etmiştir de.
İleriyi gören, mücadeleden korkmayan, çalışmaktan yılmayan, gayret etmeyi onur sayan milletler içinse demokrasinin sonucu hayırlı olacaktır. Bu nedenle Türkiye de geçilen başkanlık sistemi milletimiz için yeni bir umut ışığı, kutlu bir yürüyüşün başlangıç noktasıdır..
Demokrasinin ve alçak insanların şerrinden de Şeytandan sığınır gibi Allaha sığınırım.

Mustafa ÇİMEN

14 Mart 2018 Çarşamba

Rövanş Hakkı

Rövanş Hakkı
Dünyada kaç millet, kaç dil var ? Hiç merak ettiniz mi ? Birleşmiş milletler şu anda konuşulan yaklaşık 7000 dil olduğunu bildirmiş. Avustralya’da 108, Hindistan’da 198 ve Abd’de 190 kadar çeşitli dil kullanılıyor.  Papa 9 dilde twitter hesabı açmış en çok İspanyolca hesabı takip ediliyor. Papau Yeni Gine’de 840 çeşit ayrı dil kullanılıyor. Yani hemen hemen yeryüzündeki 7 dilden biri papau yeni ginede kullanılıyor.
 Dil zenginliği ve çeşitliliği değişik kültürlerin ve yaratılış itibarı ile değişik milletlerin varlığının da kanıtıdır. Günümüzden 50 sene önce konuşulan dil sayısının 10,000 kadar olduğu,  geçirdiğimiz 50 sene zarfında 3000 dilin yok olduğu söyleniyor.
Dillere  konuşan insanların nüfus çoğunluğu  bakımından baktığımızda; Çin dili 1 milyar 200 milyon kişi tarafından kullanılıyor olması nedeni ile en yaygın kullanılan birinci dil .  55-60 milyon nüfuslu İngiltere’nin dilini, yer yüzünde 500 milyona yakın kişi kullanıyor ve kullanım sıralamasında ikinci .  İspanyolca üçüncü, Hint dili ise dördüncü sırada . Türk dili kullanım bakımından yer yüzünde beşinci sırada yer alıyor. Arapça ise altıncı sırada. Bizim kullandığımız Türkçe  ise yaklaşık 220 milyon kişi tarafından kullanılıyor.
Güçlünün güçsüzü ezdiği kapitalist sitemin hüküm sürdüğü dünyada,  dillerde bir birini ezmeye yok etmeye başlamış durumda. Gündemimize zaman zaman gelen yabancı kelimeler ve yabancı tabelalar tartışmaları sonrasında mesafe kat edilemiyor.  Önleyici adımlar atılamıyor.
 Yabancı bir kelime halk tarafından kullanılmaya başladıktan sonra yerine başka bir kelime koymak oldukça zor. Bu nedenle yenilikleri takip edip kendi dilimizdeki ismi ile topluma benimsektmek çok çok önemli.
Günümüzde anlaşmak zorlaştı. Herkes Türkçe konuşuyor gibi ama anlaşmak ne mümkün? Karşınızdakinin anlatmak istediği sizin anladığınızdan çok farklı olabiliyor. Herkes bundan yakınıyor ama çözümü için kimse adım atmıyor. Nerden başlayıp adım atacağını bilemiyor.
Bilbordlardan, televizyonlardan cari dil dejenerasyonlarına  karşı, eksperlerce hazırlanan analiktik analizler içeren afişlerle defans yapılabilir. Global entegrasyonun genç jenerasyon ve kamuoyu üzerindeki handikaplarının etkisi azaltılabilir. Kominikasyon experleri kendi aralarında konsiltasyon yaparak metamorfoza defansif, millet için ofansif dil sistemleri oluşturmalıdır. Dile karşı bilinç full-time online pozisyonunu korumalıdır,  part-time değil. Restorasyon ve revizyonlarla dil kurtulamaz,  realite bize rövanş hakkı tanımaz.
Yukarıda örnekleme  yapmaya çalıştığım parağrafta yüzde 80 yabancı kelime  kullandım. Durum bu. Abartılıda olmuş olsa ne demek istediğimi sanırım bir kısım insanlar anlaldı. Diğer bir kısım kendi istediği gibi anladı, bir kısımda hiçbir şey anlamadı.

Sağlık olsun.

3 Mart 2018 Cumartesi

yeni dünya düzeninde yenilenmemiz gerek

SESSİZ OLUN
Justin Bieber 2008 de vidyolarını  youtubeye yükledi ve o artık bir dünya fenomeni. Youtube kanalının ve twitter hesabının milyarlarca takipçisi var. Bizim ülkemizde de milyonların takip ettiği sanatçılar yanında sanatçı olmayan ama kendi bireysel yetenekleri ile fenomen olmuş kişiler var. Enes Batur 1998 doğumlu ve youtube kanalının 2,5 milyon takipçisi var.  Pratik bilgiler kanalının sahibi ise Uras Benli , Amerikan kanallarından görüp çoğu kişinin hayran olduğu neşeli deney vidyolarını çekip youtubeye yüklüyor 8 yılda  yüz binlerce takipçisi oluştu. Ağır Mimar 460 bin, Ekin Soyak 550 bin, Orkun Işıtmak 1 milyon 900 bin kişi tarafından takip edilirken bu liste burada elbette son bulmuyor.
Son zamanlarda duyduğum en sevindirici haber kendi milli Whatsupp yazılımımızı geliştirimiş olmamız bunun yanında yerli arama motoru geliştirme çalışmalarımız var.  Milli facebookumuz, milli twitterimiz, milli instagramımız yok. Tüm dünyanın düşünmeden teslim olduğu birbirleri ile en gizli görüşmelerini yaptıkları programları bizlerde kullanıyoruz. Bu programları kullanarak haberleşirken  iki kişnin en gizli sohbet ve sırlarını dinleyen üçüncü kişi yazılımın sahibi şirket oluyor.
Eskiden insanlar vakitleri namaz vakitlerine göre tayin ederlermiş, sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı diye vakti tarif ederlermiş. Sonra saatler geliştirilmiş. Saat sabahın 6 sı, öğlen 12, akşam 5 gibi kavramlarla vakit tarif edilmeye başlanmış. İnsanlar ; tv, radyo yokken saatlerini meydanlardaki saat kulelerine  bakarak ayarlamaya başlamışlar. Peki insanlar kendilerini kime, neye bakarak ayarlıyorlar ?
Şimdinin saat kuleleri bu internet fenomenleridir. İnsanlar kendilerini, düşüncelerini, giyimlerini, hareket sitillerini bu fenomenlere bakarak ayarlıyorlar. Bu fenomenler internet hesaplarında, sosyal sitelerde, kanallarında, tv dizilerinde, sinemalarda karşımıza çıkıyor.
Fenomenler dünya çapında insanların algılarını yönetmek için kullanılan olağan üstü etkili kişiler halinde. Dünya çapında 10 fenomen ülkemiz hakkında twit paylaşsa, ‘’ Türkiye çok tehlikeli önümüzdeki 10 sene asla  o ülkeye gitmem’’ dese emin olun turizmimiz yara alır.
Milyarlarca insan fenomenleri takip edip onların twitlerini paylaşıyor ve söz konusu twit daha geniş kitlelere ulaşıyor.
Biz her şeyi çok iyi bilen, her şeyi kavramış, konuşurken bin kelime haznesi ile düşünenler , öğretilmiş tepkilerle yaşamaya devam ediyor, beynimizin açlığını hissetmiyoruz.
Sevgili arkadaşlar, kıymetl i dostlar bizim ülke olarak tartıştığımız konular ; Serviste unutulan çocuklar, çocuk gelinler,  çöken istinat duvarları,  siyasilerin bir birlerini aşağılayan açıklamaları,  önümüzdeki seçimler, hesler , asma köptülerin güvenlikleri ve benzeri alışkın olduğumuz konular.
Yönümüzü gelişime çevirip yeni dünya ile mücadele edecek yeni sistemler kurmayı elbette tartışmıyoruz.
Küreselcilere karşı mücadele etmek, Türk ve Müslüman kalmak istiyorsak,  devletimize acilen yeni organlar eklemeliyiz, devletimize  yeni birimler  kazandırmalıyız. Eskiyen, küflenen, tarihte kalan kurum ve kuruluşları yeni çağa göre güncellemeliyiz.
Özellikle ; Google, microsoft, watsupp, facebook, youtube ve daha niceleri. Bunları geçmesek bunlar bizim kültürümüzü, anlayışlarımızı, düşüncelerimizi ezecek. Bizleri  kendi istedikleri  gibi düşüp hareket eden robotlara dönüştürecekler.


Bu birimler ; Algı yönetimi birimleri, algı yönetimi ile mücadele birimleri, subliminal mesajların tespiti ve subliminal mesajlarla mücadele birimi, sosyal paylaşım siteleri geliştirme ve yaygınlaştırma birimleri, pisikolojik savaş  birimleri gibi başlayıp listeyi uzatabileceğimiz birimler olmalı.

25 Ocak 2018 Perşembe

VETERİNER HEKİMLİKTE DE MÜCADELE TÜRKİYE İÇİNSE KUTSALDIR

Veteriner hekimlik bilgi ve tecrübe ile yapılan bir meslektir. Her veteriner hekimin birinci görevide mesleğin onurunu saygınlığını doğrular çerçevesinde korumak ve ülke hayvancılığını ileriye taşımaktır. Bunun yanında veteriner hekimlik mesleği; özveri, gayret, öngörü, güler yüz, sevgi, saygı, dayanışma da ister.  

Kamuda veya serbest hekim olarak çalışan meslektaşlarımın yaptığı fedakârlığı, gösterdiği hoşgörüyü diğer mesleklerden hiç kimsenin mesleği adına gösterdiğini de düşünüyorum.

Veteriner hekimler hayvanları seven insanlardır ve bu hoşgörü ve fedakârlıkları aptallıklarından ya da uyanık geçinen vatandaş davranışlarına aldandıklarından değil, hayvan sevgisinin gözlerini kör etmesinden ve aşırı iyi niyetlerinden kaynaklanır.

Bu sene,  Gıda Tarım ve Hayvancılık bakanı aşılama ücretlerinin artık üreticilerden alınmayacağını söyleyince kamu cephesinde çalkantılar oldu, tartışmalar çıktı.

Kamuda çalışan, samimi görüştüğüm pek çok arkadaşım, kardeşim, dostum bunu saygı ile karşıladı, doğrusunun bu olduğunu, aşılama ücreti yüzünden çıkan karmaşa ve tartışmaların son bulmasının dairelere huzur getireceğini söyledi. Bir kısım meslektaşlarımız da buna itiraz etti.

İtiraz edenler  ‘’ Mesleğimiz itibarsızlaştırılıyor !‘’ dediler.  ‘’Veteriner hekimlik mesleği 1 kuruşluk meslek haline getirdi ’’ dediler.

Biz bu söylemlerin yanlışlığını, suyun akıp yatağını bulacağını tartışırken,  daha büyük bir söz Konsey başkanı  sayın Talat Gözet beyefendiden geldi.  Sayın Gözet olayı bir ileri merhaleye taşıyıp ‘’Mart ayına kadar bu olay çözülmez ise 2018 de salgın hastalıkların önüne geçemeyiz ‘’ tarzında bir söylemle gündeme geldi.

Bu bir tehdit mi? Tehdit maksatlı söylediğini ve ülkemiz hayvancılığını sekteye uğratmakla kimsenin kimseyi tehdit edemeyeceğini, tehdit edenlerin ya da buna girişenlerin bedelini ödeyeceğini bilecek kadar tecrübeli biri olan sayın başkanımız bunu başka mahiyette söylemiştir diye düşünüyorum.

Ancak; kamuoyunda bu açıklaması çok ağır tepkilerle karşılanacaktır. ‘’Bırakın bir konsey başkanını her kim olursa olsun kimse bu milleti tehtit edemez’’ tarzında açıklamalar olabileceğini düşünüyorum.

Kamuda çalışan veteriner hekimleri kast ederek ‘’ Artık veteriner hekimler bir fedakârlık göstermeyecek çünkü meslek 1 kuruşluk meslek haline getirildi’’ diyor.

Kendisi konsey başkanı olarak ve veteriner hekimlik mesleğini en üst perdeden temsil eden biri olarak bunu nasıl der aklım almıyor. Bu serzenişlerimizi duyanlar  ‘’Şimdi mesleğimiz 1 kuruşluk meslek haline getirildi diye şikayetleniyorsunuz, o zaman dün 75 kuruşluk meslektiniz ‘’ deseler  ne cavap verilecek ?  75 kuruşluk meslekken sesiniz çıkmıyor, 1 kuruş olunca,  meslek 1 kuruşluk meslek oldu diyorsunuz. Benim mesleğim ne 1 kuruşluk meslektir ne de 75 kuruşluk meslektir bu söyleminiz bizleri yaralamış, meslek itibarını kamuoyu nezdinde zedelemiştir.

 Sayın Talat Gözet'in kamuda görevli hekimler bir fedakarlık göstermeyecek sözleri de kamuda çalışanları zan altında bırakıyor ve ‘’ Kamuda çalışanlara aşı emek ücreti en az 75 kuruştan tekrar bir şekilde ödenmezse onlarda görevlerini yerine getirmez, eksik getirirler, yanlış getirirler, geç getirirler sonunda da salgın hastalıklarla yüz yüze kalırız ‘’ manasını akla getiriyor.

Devlet bu arkadaşlarımıza kamu görevlerini yerine getirmeleri için zaten bir ücret ödüyor. Kimse devlete bedavaya çalışmıyor. Maaşını beğenmeyenlerin istifa etmelerini engelleyen her hangi bir yasa, kanun, yönetmelik kendilerinden alınmış bir taahhütte  yok.

Afrinde savaşan askerlerimiz ''Biz maaş alıyoruz ama attığımız kurşun başına da 75 kuruş isteriz, yoksa fedakarlık göstermeyiz, teröristlerle baş başa kalırsınız, 2018 de terör hareketleri salgın şekilde yayılır'' dese ne düşünürdünüz?

Kamu ; denetim, düzenleme, planlama, sayım, tespit görevlerini yerine getirsin. Kamu kendi öz görevine dönsün. Her şey daha güzel olacak, her iş kendi rayına girecek. Kamunun ne işi var aşı ile? 11-12 bin veteriner hekim sahada aktif çalışıyor, serbest çalışan klinisyen arkadaşlarımız bu işi hakkıyla ve layıkıyla yerine getireceklerinden eminim. Serbes klinikler  bu işi üstlenirlerse işsiz meslektaşlarımız içinde istihtam oluşur, devlet kdv, gelir vergisi alır. Taş yerinde ağır olduğu gibi her işinde yakışanı güzel ve yerindedir.

Meslek içi kamu-serbest çatışması ve tartışması yaratmak gibi bir niyetim yok. Ancak kamu cephesinden bu işi serbest olarak yaptıklarında daha çok kazanacaklarını düşünen arkadaşlarımızı da sahaya bekleriz. Kamu da çalışmanın da kendine göre zorlukları var, serbest çalışmanında. İki zorluktan hangisine katlanmaya razı iseniz buyurun onu tercih edin.

Gel gelelim şap konusunda söylediklerine.  Sayın Talat Gözet beyfendi ‘’Şap konusunda tedbir alınmazsa üretimde düşüşler olacağını söylüyor ‘’, kastının aşı kampanyaları olduğunu düşünüyorum .

20 yıla yakın süredir sahada aktif olarak çalışan biri olarak gözlemlediğim şudur. Ne zaman şapaşısı kampanyası oldu ise, peşinden 10-15 gün sonra Türkiye çapında şap salgını başlamıştır.  Şap hastalığı aylar boyunca pey der pey bulaşma yoluyla da devam etmiştir. Tam şap salgınları bitmişken yeni bir kampanya başlatılmış ve yeniden sönen hastalık canlanmıştır.  Bu bir tesadüf mü? bu benim kuşkularım mı? yada sadece bu bana mı böyle geliyor? Sizler de kendi gözlemlerinizi ve hafızalarınızı yoklayarak benim iddiamın doğruluğuna karar verin.

Bu olayda kamu veteriner hekimlerinden kaynaklı bir hata olmadığını bilerek yazıyorum.

Ancak şap aşılarının sıkıntısını kimse konuşmuyor,  şap enstitüsünün yapısını ve yeniden düzenlenmesini kimse konuşmuyor ve şap enstitüsünde yada soğuk zincirde bilinçli olarak meydana getirilen bir kastın olabileceğini kimse konuşmuyor, düşünüyor.  Benden başka hiç kimse Fetö gibi Türkiye düşmanlarının şap enstitüsünde faaliyet göstermekte olabileceklerini ve bu salgınların kasıtlı olarak çıkarıldığını akıllarına getirmiyor mu ?

Arkadaşlar bu konuya bir an evvel el atılmalı, gündemimiz bu olmalıdır.

Talat Gözet başkadan eski sitemi, gelenekler çerçevesinde dediği ama bu geleneklerden vatandaşın bir türlü memnun kalmadığı günleri özlememesini ve mesleğimizin itibarını korumasını bekliyorum.

Ayrıca sayın Gözet'in   aile hekimleri konusunda bilgi edinmesini, onların aldıkları maaşları ile sağlık ocağı kirası ödediklerini, personel maaşı ödediklerini , medikal malzeme ve test kitlerini kendi ceplerinden  aldıkları, maaşlardan karşıladıklarını, hatta sağlık ocağı ısınma ve temizlik giderlerini de kendi aldıkları parayla karşıladıklarını bilmesini ve veteriner hekimlerin problemlerini tartışırken bizi başka bir meslek gurubu ile karşı karşıya getirmemesini de  belirtmeden geçemeyeceğim.Günlük 80-100 hasta muayene eden aile hekimleri maaşları yanında baktığımız her hasta için 1 lira isteriz demeyi bilmiylar mı ?

Vel hasılı kelam ;
2018 hayvan hastalıkları açısından kesinlikle salgın hastalıklar yılı olmayacaktır, kamu ve özel veteriner hekimler üstlerine düşen görevleri eksiksiz yerine getirecektir.

Kalın sağlıcakla diye bitirilir ya yazılar sağlıcak yetmez ;  veteriner hekimler olarak ülke hayvancılığını geliştirmek, zenginleştirmek, ileriye taşımak, Avrupa ve dünyayla yarışacak seviye getirmek için mücadele etmekte kalın diyorum.

Daha güzel,itibarlı ve bize yakışan günler için Savaşa devam, daha zengin bir Türkiye için mücadeleye devam.

Mustafa ÇİMEN
VETERİNER HEKİM
KAYSERİ

19 Ocak 2018 Cuma

“Bilgisiz görgüsüz duygusuz kuldan. Ölülerin mezar taşı makbûldür"

“Bilgisiz görgüsüz duygusuz kuldan
Ölülerin mezar taşı makbûldür"
1948 ve 1960 da iki kez hastalık bahanesi ile bu memlekette at katliamı yapılmıştır.
At bir yönü ile Türk milletinin kimliğinin parçasıdır. Kimliksizleştirme politikaları yapılan bu şeytanca hamlelerle yeni kaleler kazanmıştır.
Müsadenizle at katliamının bir kaç yönünüde ele alarak yapılan bu ihanetin boyutlarını tarih önünde zihinlerinize iz bırakacak şekilde taşımak isterim.
1948 kıtlık ve yokluk yıllarıydı. 1946 dan 1956 ya kadar bu dönem sürmüştü.Döndü ebem rahmetli o yıllarda süpürge tohumlarını ezerek yediklerini, sırtına kundaktaki babamı sarıp, kışın
Toros dağlarındaki köyümüzde donmamak için Kayseri, Tormarza, Çanakpınar köyünden yürüyerek Adana Kozan'a gittiklerini anlatmıştı. İkinci dünya savaşına girmemiştik ancak girecek gibi hazırlık yapılmış halkın ve köylünün tüm harmanlarına el konulmuştu. Yiyecek bir avuç unu kalmayan millet açlıkla yüz yüze kalmıştı. Yiyecek ekmek, giyecek bir metre bez bulamak mümkün olmadığından şeker çuvallarını elbise yapmıştık. Yaşlıların 47 kıtlığı diye anlattığı acımasız yıllardı.
Makineleşmenin tamamlanmadığı, motorlu taşıt sayımızın binli rakamlarla ifade edildiği o yıllarda at, kanadımız kolumuzdu. Bunun yanı sıra at, ata bağlı sanayiden yani semerinden nalına, arabasından atla çekilen sabanına, bunların üretimini yapan milyonlarca ailenin geçim kaynağıydı.Bizi kanadımızdan kolumuzdan, geçim kaynağımızdan vurdular.
Sanayileşmesini tamamlayamamış milletin elinden atlarını almak demek, makine gücünden mahrum insanları aç bırakıp tarımdan elde edilecek gelir ve ürününleride yok etmek demekti. Bizi tarlamizdaki başağımızdan, aşımızdan vurdular.
O yıllarda ulaşımda atın olmaması demek iletişim yollarından en yaygın olanının sekteye uğratılmasıydı. Bizi geleceğe taşıyacak yolumuzdan vurdular.
Ulaşım, tarım, iletişim, sanayi, kültür, gelenek görenekler hepsi bir taşla vurdular...
Atların önemli ve bulaşıcı hastalıklardan olan Ruam hastalığını uydurma delillerle belgeledirip harekete geçmişlerdi. Karar alıcı mekanizmaları işgal eden kişler ; belki şantajlardan yılarak, belki korkularından, belki iyi niyetle güzel bir iş yaptıklarını düşünerek, belki ihanetin korkunç tadının verdiği şevkle at katliamının emrini imzalamışlardı. Verdikleri kararların vebalini ebediyen o şahıslara yüklüyor ve şahsım adına lanetle anıyorum.
O zamanlarda keşke bu katliamları durduracak bu millete vereceği zararı haykıracak babayiğitlerimiz olsaydı.
Biz ata muhtaçtık, ordumuz içinde atlı birliklerimiz yani suvarilerimiz önemli caydırıcı unsurlardı. Bizi muhtaç olduğumuz yerden vurdular.
At katliamlarıyla bizim ayaklarımızı biçtiler, tarlada taşları terleten pazularımızı elimizden alıp boynumuzu bükük koydular.
1948 ikinci dünya savaşında atlı birliklerin ifa ettiği vazifeleri motorize birlikler yapamamıştı. Ordumuzun kuvvet kaybına uğraması düşmanlarımızın karşısında boynu bükük kalıp '' Emredersiniz" duruşunda bizi yıllarca tutacaktı.
At deyip geçmeyin Hz. Peygamberimiz iki cihanda önderimiz "Atın anlında hayır ve rızık vardır bu kıyamete kadar bakidir" buyurmuşlardı. Millet olarak bizi bu hayırdan ve rızıkımızdan vurdular.
At Türkün kanadıydı, Türkü kanadından vurdular....
Mustafa Çimen
Kayseri
18.1.18

6 Ocak 2018 Cumartesi

Mesele O Değil Sen Hala Anlamadın mı ?

Veteriner elektronik reçete sisteminde her şey düşünülmüş. GTVHB ilgili dairesi harika bir sistem geliştirmiş. Her yerinde emek ve düşünce var, kimsenin emeğine saygısızlık etmiş olmak istemem.   İsmi her ne kadar elektronik reçete sistemi olsa da bu sistem ; stok kontrolü, istatistik, reçete, hayvan kayıt sistemi, hastalık ihbar sistemi, raporsuz sevk edilen hayvan tespiti,  küpe ihbarı, kedi köpek sayımı ve burada belirtmediğim pek çok işi bir arada yapacak ve bunları serbest veteriner hekimler sayesinde gerçekleştirecek.

Bu sistemden vergi dairesine bir link verilirse klinisyen arkadaşlarımız muhasebeci derdinden kurtulup artık günlük vergi dahi ödeyebilir. Olası vergi denetlemesi sırasında bu sistem üzerinden karşılaştırma yapılıp faturalandırılması unutulan, ya da sisteme yanlışlıkla muayene reçetesi olarak girilen her muayene karşılığı gerekli faturalar sorulabilir, fatura ve fiş karşılığı yoksa ağır müeyyidelerle karşı karşıya kalmak kaçınılmaz gibi görünüyor. Elektronik reçete sistemi maliyeciler içinde harika bir sistem olmuş.

Bu sisteme ekstra bir sekme eklense suni tohumlama kayıtlarını da direk girebiliriz, bu bizi her koçanına para ödeyerek aldığımız makbuz derdinden kurtaracaktır. Tarım il müdürlükleri bu ekstra sekme ile döner sermaye geliri kaybına uğrayacağı için her elli girişte döner sermayeye makbuz ücreti ödemek serbest veteriner hekim arkadaşlar için zevkle yapacakları bir ödeme olacaktır.  Öte yandan suni tohumlama kaydını girerek bakanlıkta suni tohumlama ile ilgili daire ve damızlık birliklerine de çok büyük kolaylıklar sağlarız. Nede olsa başka kurumların iş yüklerini  bedavaya omzumuza  almaya hepimiz çok hevesliyiz.

Devletimize ve  hayvancılığımıza destek vermek serbest çalışan veteriner hekimler olarak bizlerin de vazifesidir. Ancak bu sisteme veri girmek, satılan her kalemi, gidilen her hastayı bakanlığa direk bildirmek, epey vakit alacak ekstra bir iş yükü demektir. Bu iş yükünün altına veteriner hekimler bakanlık için girecek. Ne tuhaftır ki bu işi bakanlık adına gerçekleştirdikleri içinde hiçbir ücret almayacaklar aksine kendilerini bekleyen cezalara, vergi yüküne de hazır ve razı olacaklar.

 Müşterisine veresiye çalışmaya mecbur , firma ve depolara vade farklı ödeme yaparak çalışmaya mahkûm edilen  klinisyen  veteriner hekimler bu sistemle bakanlığa da kölelik yapacak,  bunda ne sakınca var ? Diye soranları görür gibiyim. Onlara şunu söylemek istiyorum. Her emeğin karşılığı olduğu gibi veteriner hekimlerinde emeklerinin karşılığı vardır ve ödenmelidir. Bu sistemi kullanmaya razı olan veteriner hekimlerin emekleri karşılıksız bırakılmamalıdır. Düşünün ,bir kısım arkadaşlar bakanlıklarda, müdürlüklerde, odalarında kahve yudumlarken bizim serbest klinisyen veteriner hekim arkadaşlar  gittiği köyü, tedavi ettiği ineği, ineğin hastalığını, verdiği ilacı, ilacın dozunu, gramını sisteme  girmeye çabalayacak. Bu çaba sonucunda ay sonu bakanlık kaç ishal danamız var, kaç inekte deplasman gerçekleşti, kaç inek abort yaptı, kaç buzağı doğdu vb. pek çok şeyden haberdar olacak. Bakanlık ve firmalar en çok kullanılan antibiyotik ve ilaçlar hangisi, hangi firmanınki hangi bölgede daha çok tercih ediliyor bunları da net şekilde bilerek iş yapacak. Ülke hayvancılığı ve veteriner ilaç politikaları artık serbest veteriner hekimlerin verileri sayesinde daha net şekillendirilecek.

Devasa bakanlık kadroları, bütçeleri ve teşkilatları ile başarılamayan pek çok şey bu sistem sayesinde bedavaya, yurdun dört köşesinde koşuşturan klinik hekimlerinin emekleri ve gayretleri ile başarılacak.

Bunun yanında kölelik görevini aksatan hekimleri tespit etmek, cezalandırmak, merkezden, teşkilatı onun üzerine yönlendirmekte epey kolay olacak.

Bu sistemle gereksiz antibiyotik kullanımının önüne geçileceği de söyleniyor.

Dünya antibiyotik direnci ile mücadele ediyor. Avrupa’da en çok antibiyotik tüketen ülke Türkiye. Antibiyotik direnci milli risk haline gelmiş durumda. Bu gerçekler bıçak gibi bizi keserken, veteriner  ilaç firmaları, ne kadar çok antibiyotik ve ilaç satarlarsa o kadar mutlu olmaya devam ediyorlar. Antibiyotikler başı boş şekilde, keyfi etiket fiyatları ile, firmaların kafalarına göre oluşturduğu ve bakanlığa onaylattığı  fiyatı politikası  ile piyasada cirit atıyor.

Örneğin A firması etiket fiyatı 150 lira olan B antibiyotiğini satmak için veteriner kliniğine ya da eczaneye geliyor. Klinisyen hekime ya da eczaneye seçenekler sunuluyor. 10 adet alırsan 60 liradan, 100 adet alırsan 40 liradan, 1000 adet alırsan 30 liradan bu antibiyotiği alabilirsin deniliyor. Hekim arkadaş1000 adet antibiyotiğe ihtiyacı  olmasa da  para kazanabilmek için ve fiyat avantajından faydalanabilmek için 1000 adet alıyor ve 2000 adedini 20 liradan almış olan diğer meslektaşı ile rekabet ederek 30 liradan  piyasaya sunuyor. Bu sistemde firmadan başka kazanan, milletimizden başka zarar eden yok.

Yukarıda örneklemeye çalıştığım olay hikâye değil gerçek. Bu olayda  suçlu aramak istiyorsak ben listenin başına Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığını koyarım. Önceki bakanımız Syn. #FarukÇelik beyefendiye de koyunu bu şekli ile anlatmıştım.

‘’Gücü ilaç firmalarına, ithalatçılara yetmediği için antibiyotikler dahil veteriner ilaçlarının piyasadaki hareketlerini kontrol altında tutamayan  ve düzenleyemeyen bakanlığımız, ilaçlara barkot koyup sabit fiyat  ile satışlarını ayarlayamayan bakanlığımız, antibiyotiklerin kontrolsüz şekilde ihtiyaçtan fazla satılmasına göz yuman bakanlığımız, veteriner ilaçlarının stratejik ürün olduğuna ve alelade ticaret malı olmadığına kör kesilen bakanlığımız ne kadar mühim proje başlatmış’’ diyenlere ne diyeceğiz ?

Babayiğitlik, milli ve yerli olmak kalp krizi geçiren hastanın kan şeker seviyesini ayarlamak için ona insülin vermek değil onu  bir an önce  anjiyoya almaktır.

Büyük tehlike; sabit fiyatı olmayan antibiyotiklerin yukarıda anlattığım politika ile pazarlanmasının önüne geçememektir

Mesele, stratejik ve biyolojik silah olan antibiyotikleri mezat malı olmaktan kurtarmamaktır.  Stratejik personel olan Veteriner hekimlere saygı gösterip hak ettikleri yaşam refahını sağlamamaktır.

Mesele, elektronik reçete sistemi adı altında bakanlığın  tüm amelelik  işlerini serbest veteriner hekimlerin sırtına yüklemesine göz yummaktır.

Mesele, veteriner fakültesi adı altında veteriner liseleri kurmaktır.

Mesele, ana konuları göz ardı edip, yan konularda oyalanmaktır.

Mesele, iyi bir şey yaptığını sanan ancak konunun özüne bir türlü inemeyen bakanlık personelleri meselesidir.

Mesele, ben yaptım oldu meselesidir.

Mesele, yanlış yol haritalarını doğru harita gibi konuyu bilmeyen bakanlara yutturmak ve siyasetçileri  halk nazarında küçük düşürmektir.

Tekrar söylüyorum.  Hasta kalp krizi geçiriyor, acil anjiyo lazım. Mesele hastanın kan şekerini değilidir.

Siz hala anlamadınız mı ?

Mesele bu ülkenin hayvancılığını bitirmek meselesidir.

#Fakıbaba #Tarım #Tarımbakanlığı #Cumhurbaşkanı #RecepTayyipErdoğan



Mustafa Çimen
Veteriner Hekim
Kayseri