19 Kasım 2019 Salı

Dünyanın Merkezi Çorum

Çorum Kulesi mi ? Eyfel mi ?

Aslında Çorum'a Hattuşaş'ı ziyaret etmek için bile gidilir. Hattuşaş tarihin en gizemli uygarlıklarından biri olan Hititlerin ilk baş kentidir. Sonrasında baş kent Kayseri Kaniş Karum olmuş Kral Anitta'nın hançeride Kayseri'de Kanişte bulunmuştu..

Hattuşaş'ı düşünürken Dünyanın merkezinin Çorum olarak işaretlendiği geldi aklıma . Konuyu biraz araştırmak istedim. Kayserili olarak bunu nasıl paraya çevirebileceğimizi düşündüm...

Google ''Geographical centere of all land surfaces of Earth 2016'' başlığı ile Dünyanın merkezini Çorum olarak bildirince pek çok insan bunu magazin haberi gibi algıladı. Bunu yapan Google değil bir sosyal medya kullanıcısı idi. Wikipedia’da Dünyanın merkezi başlığında Çorumu merkez olarak yazmışlardı.Peki bunun aslı olabilir mi ?

İşin aslı ve akla yakın yönleri vardı. Bunu ispatlayan çalışmalar vardı. ABD'li fizikçi Andrew J. Woods 1973 yılında yaptığı hesaplamalar sonucu dünyanın coğrafi merkezini Ankara'nın 150 kilometre güneydoğusu olarak belirlemişti. 2003'te Holger Isenberg ise küresel dijital yükselti modeliyle yaptığı yeni bir hesaplamayla dünyanın merkezini Çorum olarak açıklamıştı.

Dünyanın merkezi neresiydi gerçekten. Mekke mi ? Mescidi Aksa mı? Peri bacaları yada Roma mı ? Tokyo yada Piramitler mi ? Bu sorunun cevabını herkes aramıştı. Cevaba en yakın seçenek her açından Çorum olarak çıkıyordu.

Buna en çok karşı çıkanlar bizim Türk bilim insanları oldu, dünyanın magnetik alanından girdiler, levhaların kalınlıklarından çıktılar. Yok efendim siz buna aldırış etmeyin, dünyanın merkezi sürekli değişir dediler...

Isenberg’in, Çorum’un dünyanın merkezi olduğunu belirten söz konusu yazısına http://mars-news.de/ isimli siteden halen ulaşılabiliyor.

Ankara Üniversitesinden Prof. Dr Hakan Yiğitbaşıoğlu ; Bilimsel bir tarafı yok. Dünya haritasının tam ortasına denk gelen yer neresi diye bakmışlar, “Türkiye’de Çorum kentine denk geliyor” deyip o şekilde bulunmuş bir şey diyor. Bu açıklama bile bizim için yeterli olmalıdır. Dünyanın tam ortasına denk gelen yer Moskova olsa, Berlin olsa, Paris yada başka bir kent olsa onlar bunu kendi lehlerinde kullanmak yerinde görmezden gelirler miydi ?

Ankara Üniversitesi Kreiken Rasathanesi Müdürü Selim Selam: Dünyanın merkezi değil bu. Bu coğrafi anlamda baktığınız zaman karaların kapladığı yerlerin dağılımını dikkate alıp yüzeyde bu kara dağılımının merkezinin neresi olabileceğini söylüyor. Yüzey itibarıyla karaların dağılımının merkezinin nereye düştüğünü söylüyor. Yani “Yerin yüzeyi itibarıyla kara dağılımının merkezi noktası neresi?” sorusunun cevabı bu diyor. Eee yani Çorum her açıdan Dünyanın merkezi neresi sorusunun en uygun, mantıksal ve en bilimsel cevabı...

Çorum Belediye Başkanı Muzaffer Külcü olaylar gündemde iken “Dünyanın merkezi” sloganıyla turist çekmeyi planladıklarını söylemişti. Külcü, “Artık ‘Çorum’dan geliyoruz’ demeyeceğiz. ‘Dünyanın merkezinden geliyoruz’ diyeceğiz. Açıklamaların bilimsel bir yanı az da olsa var diye konuşmuştu.

Bizim yapmamız gereken gelen bu pasları Türkiye ve Çorum adına gole çevirmek olmalıdır.

Reddetmek yerine bunu ispatlamaya yönelik çalışmalar yapıp yayınlatmak, bilimsel dergiler kadar yurt dışındaki magazin dergilerinde Çorum'u Dünyanın merkezi olarak öne çıkartmak olmalıdır.

Düşünsenize Dünyanın merkezinin Çorum olarak bilinmesini ve tanınmasını sağladığımızı ve oraya Eyfel kulesinden daha modern tekniklerle daha yeni, dayanıklı formüllere sahip malzemelerle bir kule yaptığımızı...

Biliyor musunuz ? Cografi hiç bir özelliği olmayan demir yığını Eyfel kulsini 6 milyon turist ziyaret ediyor. Sizce Dünyanın merkezine yapılacak Çorum kulesini görmeye ve dünyanın merkezinde fotoğraf çektirmeye kaç kişi gelir ?

Çorum Türkiye için ikinci Antalya olabilir. Bu olasılığı paraya çevirmek için neden çalışmıyor uğraşmıyoruz anlamak mümkün değil....

Mustafa Çimen
Dünya'nın merkezinden bildiriyor.
Çorum 12/11/2019

8 Kasım 2019 Cuma

Z kuşağı

Z Kuşağı

Sıcak yaz günlerinin sonu gelmiş, Sonbahar yavaş yavaş kendini belli etmeye başlamıştı. Avanos’tan Kayseri’ye dönerken radyoda spiker Z kuşağının internete olan bağımlılığından bahsediyordu. Arabanın penceresinden dışarıyı seyrederken yanımızdan geçen son model arabalar, tarlalarda çalışan çiftçilerin kullandığı teknolojik traktörler, zaman tünelinde pek çok şeyin geçmişte kaldığını anbean her manzarada bana hatırlatıyordu.
M.Ö.4000’li yıllarda yaşayan Sümerler'den kalma bir tablette “Bu gençlik nereye gidiyor” yazısını gördüğümden beri gençleri sorgulamıyorum diyen Muazzez İlmiye Çığ’ın rahatlığı geldi aklıma. 2000’li yıllardan bu yana teknoloji o kadar hızlı gelişmişti ki anlamak ve uyum sağlamak o derece zordu.
Sosyologlar 1965-1980 arasına X Kuşağı, 1980-1999 arasına Y Kuşağı derken 2000 ve sonrasına da Z Kuşağı diyordu. Z Kuşağı’nda en bariz özelliklerden biri gelecek kaygısı taşımamalarıymış...
Benim gözlemlerime göre de: Z kuşağı, her şeyin çok kolay başarılacağına dair gerçekle örtüşmeyen, realist olmayan bir fikir okyanusunda “ imkansız yoktur” gemisinde seyehat etmektedirler.
Ülkemizde 1.200.000’in üstünde öğrenci LGS sınavına girerken,2.500.000 genç de üniversite sınavlarına hazırlanmaktadır. İşin acı boyutu çalışma azminden ve gelecek kaygısından uzak bu gençlerin ancak %1’i en iyi bölümlere girecek %10’luk kesimi de iş bulabilecek mesleklere namzet fakültelerde okuyacak. Türkiye ve Dünya gerçekleri penceresinden perdeyi azcık aralayıo bakınca geri kalan %90’lık kesimin hayatları umdukları kadar kolay olmayacak gibi görünüyor.
Belki de bu X ve Y Kuşağı dedikleri bizlere böyle geliyor. Çünkü yaşadığımız acı tecrübelerle, görüp geçirdiklerimize dayanarak oluşturduğumuz mantık muhakememizle bunu öngörebiliyoruz.
Sokakta oyun oynamak yerine tabletlerde oynayanıp, düşmenin acısını dizlerindeki yaralardan tatmayanların ayakta kalma mücadelesini de bizler gibi veremeyeceklerini düşünüyoruz.
Sabretmeyi bilmeyen, tasarrufun ne olduğu bilincine ulaşamamış, armutların hep pişmiş şekilde ağızlarına düşeceğini sanan kişilerin gerçeklerle yüzleşmesinde yaşayacakları acının çiğ köfte acısına benzemeyeceğini yaşayarak öğrendik,, yaşayanlara bizatihi gözlemleyerek şahitlik ettik...
Geleceğe bu düşüncelerle bakarken hepimizin evlatları işte bu Z kuşağından. Kendi kafamıza göre onlara gelecek inşa edemiyoruz, yaklaşan gelecekten de asla kaçış yok
Umarım yanılan X ve Y Kuşakları olur...
Mustafa Çimen

23 Ekim 2019 Çarşamba

Peki 30 km den sonrası ne olacak ?
Türkiye sınırının 30 km altında kalan Pkk-pyd 'nin çekildiği ve Suriye topraklarının hemen hemen 3 de 1 ini denk gelen yerler ne olacak?
Barış Pınarı Harekatı başladığında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ‘’bu harekatın amacının ;
1-Güney sınırımızda oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu yok etmek,
2-Bölgeye barış ve huzuru getirmek,
3-Güvenli bölge sayesinde Suriyeli sığınmacıları ülkelerine dönmelerini sağlamak,
4- Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak’’ olarak açıklamıştı.''
Avrupa ve Abd harekata karşı çıksa da 9 Ekim 2019 da harekat başladı, harekatın haftası dolmadan Abd’den gelen üst düzey heyetle yapılan müzakerelerde 13 maddelik anlaşma sağlanarak harekata 120 saat ara verildi. 120 saatin dolmasına 6 saat kala Rusya ile Soçi'de müzakereler başladı,10 maddelik başka bir mutabakat kabul edildi.
Türkiye'nin tezleri doğrultusunda Pkk-pyd sınırlarımızdan 30 km Suriye topraklarından içeri çekilirken Fırat nehrinin batı kısmında da Pkk-pyd varlığı sonlandırılmış oldu. Türkiye Münbiç’in Pyd-pkk'nın elinden alınarak Şam güçlerine geçmesine müsaade etti.
Buraya kadar her şey gayet güzel ve Türkiye'nin tezleri ile uyumludur ancak Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı Barış planı harekatının amaçlarının 4 üncü maddesinde belirtilen Suriye'nin toprak bütünlüğü hala sağlanabilmiş değildir.
Sınırımızdan 30 km aşağıda ve Fırat'ın doğusundan Irak sınırına kadar uzanan ve Suriye topraklarının hemen hemen 1/3 üne denk gelen alan hala Pkk-pyd kontrolündedir.
Arap baharı ile 2011 yılında iç savaşa sürüklenen Suriye istikrarsızlaşmıştır. Suriye'nin bölgeyi Pyd-pkk’dan temizleyecek askeri gücü yoktur.
Abd’nin bölgeden çekilmesi, Türkiye'nin Pkk-pyd ‘ye karşı askeri hareket başlatması, Rusya'nın bu operasyonu desteklemesi Şam yönetiminin Pkk-pyd ‘ye karşı siyasi olarak elini güçlendirmiştir.Ancak askeri gücü bu terör yapısını bitirmeye yetecek kuvvette değildir.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu "Suriye hükümetinin, YPG ile anlaşıp, Fırat'ın doğusuna girmesi durumunda, Türkiye'nin tavrının ne olacağı sorusunu "Sınırımızın öbür tarafında bir terör örgütü varsa, bize tehdit oluşturuyorsa ve yarın tehdit oluşturma ihtimali sürecekse, biz hiç tereddüt etmeden müdahale ederiz. İster rejim, ister ABD, kimin kontrolünde olursa olsun. Irak'ta PKK'ya ne yapıyorsak, Suriye'de de aynısını yaparız" demiştir.
Pkk-pyd elinde bulunan topraklarda özerk bir yönetim kuramaz. Özerk yönetimi üstü kapalı destekleyen Abd Suriye'den çekilme kararı almış ve uygulamaya başlamıştır. Türkiye, Rusya ve Şam özerk bölge kurulmasına  müsade etmez. 
Abd’nin bölgeden çekilmesi Pyd’nin sonunu Fırat'ın doğusunda da getirecektir. Şu an kontrol altında tutuyormuş gibi göründükleri bölge kısa sürede  Şam’ın kontrolüne Rusya ve Türkiye sayesinde geçecektir. 
Geçmez ise Türkiye gerekeni yapmakta tereddüt etmez. 




Mustafa Çimen

30 Eylül 2019 Pazartesi

Düşlerle gerçekler ayrı ayrı yaşar, Kaç büyük baş hayvanımız var ?

Ülkemizde kaç adet büyük baş hayvanımız var  ?

Bu soruyu Tarım bakanına sorsanız size şappadak cevap verebilir.  ''Herkes bu soruya çok kolay yanıt verebilir, bu kadar kolay soru sorulur mu , dur bakalım bu sorunun altından ne çıkacak diye '' aklından da geçirebilir.

Tüik verilerine göre ; 2017 de büyükbaş hayvan varlığımız bir önceki yıla göre %5 artışla 16,1 milyon adet, 2018 de ise 2017 ye göre % 6,9 artışla 17,2 milyon adettir.

Tüik bu rakamları Tarım bakanlığından almaktadır. Tarım bakanlığı bu rakamları Türkvet sisteminde kayıtlı olan hayvanlara bakarak vermektedir.

Türkvet sistemi nasıl çalışır peki ?

Büyükbaş hayvanlar doğum yaptığında yavruları yönetmelik gereği 3 ay içerisinde küpelenerek sisteme kaydedilir, kesilen ve ölen hayvanların ise sistemden düşülür. Bu sistemde hayvanın bulunduğu işletme, tür, ırk, cinsiyet gibi hususlarda belirtilir. Mantık itibarı ile müstesna sistem öyle değil mi ?

Bir ülkenin kendi sınırları içinde ne kadar inek, koyun, at, eşek, camız, kedi, köpek var ? bunu tespit etmek, kaydetmek, takip etmek ve bilmek hakkıdır. Bilemez ise plan program yapamaz, koruyucu önlemler alamaz, ihtiyacını karşılayamaz, gözünün önünü sağlıklı şekilde göremez.

Ya bildiğini sandığı şey yanlış sa ne olur ? Ya 17,2 milyon hayvanımız yoksa... O zaman kasasında 17,2 milyarı olduğunu sanan ama 12 milyarı olan iş adamının düşeceği duruma düşersiniz. Karşınızdakilere yanlış bilgiler verir rezil olursunuz birkaç adım sonrasında  iflas edersiniz de vaveylanız Arjantin'den duyulur...Daha vahim tablolar ülkenin geleceğini karartır...

-''Bırak bu muhalif lakırdıları, şu gün 17,2 milyon büyükbaş hayvanımız var, aha da Türkvet kayıtları, sen Türkvet'ten daha iyisini mi bileceksin '' desen de, demesen de herkes biliyor ki bizim maalesef 17,2 milyon büyükbaş hayvanımız yok, maalesef sayılar yanlış, maalesef gerçek sayı kaç net olarak kimse bilmiyor.

Neden Türkvet gibi bir sistemde yazılan, tespit edilen sayılar yanlış olsun ?

Hikayenin neresini anlatayım, neresinden başlayayım bilmiyorum. Ama son sözümü başta söyleyeyim benim de karın ağrım geçsin,  sonra size anlatmaya devam edeyim.

Neden mi ? Ülkemizde liyakat yok ta ondan, ülkemizde ruhsat yok ta ondan, ülkemizde işi bilmeyen insanlar köşe başlarını tutmuş bürokrat olmuş sahadan haberi olmadan yönetmelik yazıyor da ondan, sular yukarı doğru akacak deseniz de sular hep aşağı doğru akar da ondan...

Türkvet sistemindeki yanlışlıkların ana sebeplerini 5-6 başlıkta açıklamak mümkündür. Yazı uzamasın diye şimdi sizlere bir başlığını açacağım...

Ülkemizde hayvan ticareti yoğun şekilde yapılmaktadır. Hayvanlar bir ilden diğer ile giderken yanında hayvana ait pasaport, veteriner sağlık raporu ve dezenfeksiyon belgesi olmak zorundadır. Veteriner sağlık raporu oluşturulabilmesi için, hayvan yapılan veteriner muayenesinde her ne kadar sağlıklı olsa da aşılarının geriye dönük tam ve eksiksiz olarak sisteme girilmiş olması gerekmektedir. Nakillerde aranan aşı bilgileri raporda yer almak zorundadır. Bu aşılar tam ve eksiksiz olarak yapılıp girilmediği için çoğu hayvan bu raporu alamamakta ve iller arasında izinsiz sevk edilmektedir. Bu sevkıyat sonrası çıktığı işletmeden yeni işletmesine ulaşmakta ancak yeni sahibi bu hayvanları kendi üzerine kaydedememektedir.

Bu olayı biraz daha anlaşılacak şekilde anlatmak istiyorum. Kayseri'de Osman amcamız var evinin geçimini besicilik yaparak sağlar, çocuklarını okutur, yıllardır yaptığı iş, para harcamış ahır yaptırmış, yem makinasi almış, çiftlik kurmuş, yemlik, depo, traktör, sıyırıcı bir sürü yatırımı da var. İşinde de usta biridir Osman amca. Yıllardır bu işi yapa yapa hayvanın geviş getirmesinden sağlığını anlar, dışkısından bağırsak hastalıkları hakkında yorum yapar ona göre rasyonda değişikliklere gider, 8 aylık danaya baksa 18 aylık olduğunda kaç kilo gelir  bilir onu.

İşte bu bizim Osman amca  Sivas Şarkışla pazarına gitti ve oradan 20 tane dana aldı, hayvan pazarının çıkışında ise sevk raporu almak istedi, hafta sonu olmasına rağmen orada görevli olarak çalışan Veteriner hekimler hayvanları muayene etti, sağlıklı olduklarını tespit etti ama Osman amcaya sevk raporu veremediler, neden? Çünkü aşı kayıtlarında aşılar tam gözükmüyor...

Osman amcam parasını ödeyip aldığı hayvanları orada mı bırakacak, yükledi kamyona getirdi Kayseri'ye. Gitti Sorguna aldı besilik danalarını orada da aynı dert, Kastamonu'ya, Nevşehir'e gitti hep aynı problem. Yazmış biri yönetmeliğe arkadaş , hayvanın kayıtlarında  2 şap 1 çiçek aşısı girilmiş olacak boru mu ? Hayvan o an sağlıklı olsa ne, Veteriner hekim o an muayene yapmış sağlıklı demiş olsa da boşa ... Ankara'da bu yönetmeliği yazanlar boşuna mı yazmış, havan pazarında görevli Veteriner Hekimler, memurlar sevk raporu ve re meezz...

Osman amcamın ahırında 100 danası var, hepsi küpeli, hepsi sağlıklı, hepsi yerli ama Osman amcamın ahırına bunlar sevksiz geldi... Anadolu sözüdür ;Al sana bir kaya nerene dayarsan daya...

Şimdi Osman amcamın Tarım il müdürlüğüne, ilçe müdürlüğüne gidip kendini ihbar etmesi ve hayvan başı 800 lira gibi bir rakam ödeyip hayvanları kendi üstüne kaydettirmesi lazım, siz olsanız yapar mısınız ? Vallahi yapmazsınız, çünkü atla deve kazanmıyorsunuz, 8-10 ay hayvan besleyip hayvan başı olursa 500 lira 1000 lira zor kazanıyorsunuz...

Ne olacak şimdi Osman emmi...
-Ne mi olacak, bekle yıl başını af çıkacak,

Hadi... çok güzel bunu kimden duydun ?
- Kimseden duymadım her sene çıkar...

Af çıkınca Osman amcam danaların küpesini kesti, çağırdı görevli arkadaşları, Osman amcamın adına hayvanlar yeni küpeleri ile tescil edildi, eski küpeler çöpe gitti ama hala sistemde kayıtlı duruyor.. Türkvet sisteminde hayvan sayımıza 100 tane yeni danacık eklendi, eklensin ne olacak... Osman amcam gibi niceleri de bu aftan yararlandı ve sisteme ellerinde bulunan hayvanları kaydettirdi. Bizim hayvan varlığımız da bu gibi olaylardan etkilenerek sadece yüzde 2-3 arttı ..

Bitti mi film ? bitmedi...

Nasıl yani bitmedi ?  Şöyle ki .. Kars var, Ardahan var, Erzurum var, Diyarbakır var.. var oğlu var...

Ben az diim siz çoğunu anlayın, kalanını da sonra anlatayım



Çözüm önerimiz

Yönetmelikten aşı kayıtlarının  zorunluluğu kaldırılmalıdır.  Veteriner Hekim muayenesi sonrası hayvanlar sağlıklı ise aşı kaydına bakılmadan sevkine izin verilmelidir. Sevk raporsuz gelenler de varış işletmelerinde kendini ihbar ederse hayvanlar orada muayene edilmeli ve sağlıklı ise alıcısına kayıt edilmelidir.


Mustafa ÇİMEN
Veteriner Hekim



















27 Eylül 2019 Cuma

kırmızı et üretimimiz ne kadar ?

2018 Dünya sığır eti üretimi toplamı 72,2 milyon ton, küçükbaş et üretimi ise 14,9 milyon ton, kanatlı eti üretimi ise 121,6 milyon tondur (fao verisi)


2017 yılında toplam kırmızı et üretimi 1 milyon 126 bin ton ile bir önceki yıla göre yüzde 4 oranında düşmüştür.

2018 de ise  kırmızı et üretimi 1,118 bin ton olarak gerçekleşmiş 2017 ye göre düşün göstermiştir. Bunun 114 bin tonu küçükbaş etidir.

2018 yılı itibarı ile hayvan varlığı büyükbaş 17,2 milyon, küçükbaş ise 46,1 milyon olarak kayıtlıdır.

Yıllık kesilen hayvan sayısı ise büyükbaşta 2014 den beri yaklaşık olarak 3,6 ile 3,7 milyon arasında gitmiş gelmiştir. 
Karkas ağırlığı ortalaması 293 kg a yükselmiştir.

Küçük baş kesimi 2014 de 5,1 milyonken 2018 e kadar 4,6 milyona gerilemiştir.


Canlı hayvan ithalatı 
2014 büyükbaş 48,430 adet ,küçükbaş 64,081 adet
2015 büyükbaş 203,107 adet, küçükbaş 3,077
2016 büyükbaş 494,306 adet, küçükbaş 5,299 adet
2017 büyükbaş 889,307 adet, küçükbaş 280,669 adet
2018 büyükbaş 1,460,563 adet, küçükbaş 425,507 adet olmuştur

Toplam ödenen para 2018 de büyükbaş hayvan başı 1160 dolar civarında olmuş yekünü ise 1,7 milyar doları bulmuştur.

2014-2018 arası 3,8 milyar dolar para büyük baş ithalatı karşılığında ödenmiştir


Kırmızı et ithalatı 2018 de 55 bin ton olmuştur. 

2018 de kesim fiyatı 28,5 tl iken market kuşbaşı fiyatları 42,5 tl dir
2018 konsantre yem fiyatı ortalaması 1,24 tl/kg  dir






25 Eylül 2019 Çarşamba

Türkiye ve hayvancılık

Ülkemizde  resmi verilere göre 2000 yılında nüfus 63,1 milyonken 335 bin ton et,8732 bin ton süt üretilmiştir. Kişi başı 5,3 kg et 13,8 lt süt düşmüştür

 2018 yılında   nüfusumuz 80,2 milyona yükselmiş et üretimimiz ise 990 bin ton olarak, süt üretimimiz ise 20700 bin ton olarak gerçekleştirilmiştir. Kişi başı12,3 kg et, 25 lt süt üretilmiştir.

Resmi veriler 2000 yılında 9 milyon sığır varlığı olduğunu söylerken, 2018 yılında sığır varlığının 17 milyona yükseldiğini söylemektedir.

Hayvan sayısının artışı yanında et ve süt üretimimiz yükselirken hayvan başı verimliliğinde yükseldiği dikkat çekmektedir.

 2000 yılında ortalama karkas ağırlıkları 190 kg iken 2018 de ortalama karkas ağırlığı 280 kg a çıkmıştır. Avrupa karkas ağırlık  ortalaması 2018 de 290 kg dır.

Bu değerlendirmeler yapılırken fao verilerine göre 2000 yılında Arpa, Buğday, Tritikale, Yulaf fiyatları ortalaması uluslararası piyasada 156 dolar, 2005 de 221 dolar, 2010 da 302 dolar ve  2018 de aynı hububatların ortalama fiyatı ise 251 dolara yükselmiştir.

2000-2018 arası et ve yem dengesi ele alınacak olunursa yükselen yem fiyatlarından dolayı üretici aleyhine olan ekonomik durum dikkat çekmektedir. Üreticinin 1 torba yem  alması için ne kadar et vermesi gerektiği aşağıda dikkatinize sunulmuştur.

2000 yılında  kesim fiyatları ortalaması 2,84 tl, yemin kilo fiyatı 0,05 tl, 1 torba yem için 0,88 kg et
2005 de  kesim fiyatları ortalaması 9,56 tl, yemin kilo fiyatı 0,3 tl, 1 torba yem için 1,56 kg et
2010 yılında kesim fiyatları ortalaması 18,41 tl, yemin kilo fiyatı 0,47 tl,1 torba yem için 1,24 kg et
2015 yılında kesim fiyatları ortalaması 21,14 tl, yemin kilo fiyatı 0,74 tl, 1 torba yem için 1,75 kg et
2017 yılında kesim fiyatları ortalaması 26,1 tl, yemin kilo fiyatı 0,90 tl, 1 torba yem için 1,72 kg et
2018 yılında kesim fiyatları ortalaması 28,5 tl, yemin kilo fiyatı  1,3 tl, 1 torba yem için 2,28 kg et

Hayvancılığa ve tarıma ayrılan destekler merkezi bütçenin % 2,7 sini oluşturmaktadır. 2019 da yaklaşık olarak 26,5 milyar tl destek ayrılmıştır.



16 Nisan 2019 Salı

Modern çağ ve inek

Modern çağda yaşıyormuşuz, acaba günümüzden 500 yıl yada daha önce yaşayanlar da kendileri için aynı şeyi söylüyorlar mıydı ? İçimden bir ses kesinlikle evet diyor. Çünkü onlar da kendilerinden önceki kuşaklara, yaşamlara bakıp kendi çağlarını modern buluyorlardı, 500 yıl önce yaşayanlar da modern çağda yaşıyoruz diyorlardı.
Çağ ilerlese de hiç değişmeyen sabit şeyler vardır.Mesela inek.
Bu nasıl örnek demeyin çünkü 10 bin değil, 50 bin değil, 100 bin değil 170 bin yıllık inek fosilleri bulunuyor. Bulunan fosillerin tamamında anatomik yapı aynı. Belki ben bunu yazarken bir yerde daha eski fosiller de bulunmuştur..
Bu örnekle vurgulamak istediği şeye gelecek olursak ''İnek hep aynı inekti ve hiç modern olmadı''. ''Çağ atladık artık modern çağda yaşıyoruz ben sütümü bundan sonra aromalı üreteyim demedi. 170 bin yıldır hep aynı formülasyonda süt vermeye devam etti.
Modern çağ denen şey bize sütü bozulmadan saklamak için buzdolabı, derin dondurucu, pastörizasyon makinesi, süt aromaları, ambalajlar, uht makineleri, dezenfektanlar, kimyasallar sundu.
Modern çağda yaşıyoruz diye ineğin kendinde hiç bir değişiklik yapmaması gibi insan metabolizması da kendinde hiç bir değişiklik yapmadı. Kendini, yeni gıda katkılarından, yeni gıda işleme teknolojisi ürünlerden, hava kirliliğinden, savunma sistemini baskılayan kimyasallara kadar pek çok olumsuz faktöre karşı korumaya çalıştı. Koruyabildiği kadar korudu, koruyamadığı yerde de hasta oldu.
Tavuklar, modern çağda yaşıyoruz ancak 200.000 yıldır aynı formda aynı içerikte yumurta yapıyoruz. Yıl olmuş 2019, bu formdan daha değişik formda ve klasik içerik dışında başka ihtivalar içeren yumurtalar yapalım demedi.
Tavuk aynı yumurtayı yumurtlamaya, inek aynı sütü üretmeye çalışıyor ancak modern çağda biz hayvana genetiği değiştirilmiş soya fasulyesi, mısır, ay çekirdeği ve benzerlerini veriyoruz.
Hayvan vücudunu fabrika olarak düşünelim. Et, süt ve yumurtayı da bu fabrikalarda üretilen mamül maddeler olarak kabul edelim. Fabrikaya giren ham madde, genetik olarak değişiyor. Üründe de ufak tefek değişiklikler meydana geliyor mu? Yoksa hayvan metabolizması bunu tolere edebiliyor mu ? Bu soruların yanıtı hakkında çok değişik fikirler, iddialar var.
Diğer taraftan gdo'lu yem tüketen hayvandan elde edilen mamülleri gıda olarak tüketen insan bünyesi buna nasıl tepki veriyor ?
Artan şeker hastalıklarının, kalp krizlerinin, kanserlerin, psikolojik rahatsızlıkların, gün geçtikçe çoğalan mutsuz insan kitlelerinin yukarıda anlattığımız durumla bir alakası var mı ? Buna net ve kesin cevap verebilecek araştırmalar yapılmış, bu sorunun cevabı bilim dünyasınca kesinleştirilmiş değil.
Dünyamızın toprak ve su kaynakları küresel ısınma ile verimli niteliğini yitirirken, kimyasal kirlilik de tarımsal üretim üzerindeki olumsuz etkisini her geçen gün hissettiriyor. Nüfusun artışı problemin çözümüne olumlu katkı sağlamıyor.
Ülkemiz açısından da durum 2019 itibarı ile hala kontrol altına alınabilir noktada. 2000 yılında 60 milyon olan nüfus 19 senede 20 milyon artmıştır.
Ülke topraklarımızın %36' sı tarıma uygun, %30'a yakın kısmını mera olarak kullanabiliyoruz,%30'luk kısmı ise ormanlarla kaplı.Bu oranlar ve ülkemizin coğrafi konumu, modern çağın alet ekipman ve yeni geliştirilen yöntemlerini kullanabilirsek 80 değil 180-200 milyon kişiye refah içinde yetebilecek kapasitede ürün yetiştirebileceğimizi, et-süt üretebileceğimizi gösteriyor.
Millet olarak ülkemizin değerini acilen kavramalı, sahip olduğumuz altından kıymetli topraklarımızın önemini bilmeliyiz.
Milletimizin kafasında oluşturulmak istenen ''Tarım ve hayvancılık sanayileşmenin önünde engelidir, geri kalmışlığın göstergesidir'' fikrini yıkmalıyız. ''Tarım ve hayvancılık olmazsa olmazımızdır'' fikrini zihinlere yerleştirmeliyiz.
Dekarda; 1980 'lerde 180 kg, 2000'lerde 230 kg, günümüzde 280 kg ürün veren buğday, ben modern çağdayım diye yapmadı bunu. Toprağı işleme teknikleri ve sulama şartlarında yapılan iyileştirmeler yanında tohum kalitesini artırarak başardık bunu.
Tarım ve hayvancılık esas ve vazgeçilmez olandır. Tarım ve hayvancılık stratejiktir.
Hangi modern çağ fabrikası, hangi ham madde ile ve hangi teknoloji ile 1 buğday tanesi üretebilir ?
100 ton yonca 1000 ton buğdaydan bize 1 litre süt üretecek bir laboratuvar yada sanayi kuruluşu var mı ?
Fabrikalar insanın yiyebileceği ve içebileceği şeyleri üretebilmiş değildir. Yaptıkları sadece topraktan ve hayvandan elde edilen gıda maddelerini işleyip ambalajlamaktır.
İnek üretmek, inek beslemek, tavuk yetiştirmek, tarla sürüp buğday ekmek, bostan sulayıp domates yetiştirmek yada yetiştirmemekle modern olma arasında bir husumet yoktur.
Sanayileşmek şarttır ancak bunu tarıma sırtını dönmüş şekilde yapmak imkansızdır.

Mustafa Çimen
16/4/19

9 Nisan 2019 Salı

Horoz mu ? Tavuk mu ?


Bu gün çiftliğe gittim. Gitmişken vaktim de olduğu için her yeri kontrol edeyim dedim. Kümese de gittim, bizde kümesler bölme bölme. Bir yanda yeni çıkmış civcivler kafeslerde büyüyor, diğer yanda biraz daha büyümüşleri var, başka bölmede yumurta veren tavuklar falan...
Yemliklerin doluluğunu, sulukların temizliğini,tavukların sağlığını, altlık durumunu falan inceleyerek Mehmet'le hemen hemen 3 aylık yarkaların olduğu bölmeye geldik. 80-100 taneden satılıp geriye kalan 40'a yakın yarkamız vardı, biraz onlarla vakit geçirdim, göz ucuyla da horoz-tavuk oranını kontrol ettim. Benim açımdan çok hoş bir manzarayla karşılaştım, 38 tavuk 2 horoz. Hafif gülümsediğimi anımsıyorum. Çoğunun tavuk olduğuna sevinmiştim.
Bunları kuluçkadan biz çıkarmıştık.
Yarı yarıya tavuk ve horoz olması gerekirken, nasıl yüzde 95'i tavuk oluyordu ?
Bu sorunun cevabı çok açıktı aslında, adım gibi biliyordum cevabı.
Sizlerle de paylaşayım da her işinizde olduğu gibi civciv seçerken de adaleti gözetin.
Bilenler bilir, ufakken civcivlerin cinsiyet tayinini yapmak çok zordur. Hangisi tavuk, hangisi horoz kestirmek hele hele kesin tespit etmek uzmanlık ister.
Benden civciv yada yarka isteyenlere sırf bu yüzden kendim seçip getirmiyorum.Yarın büyüdüklerinde, içinden iki horoz fazla çıkacak olsa '' Yok efendim bize horozu fazla seçmişsin'' denmesinden hoşlanmam.
İşte, zan altında kalmayayım diye civciv isteyenlere, yarka isteyenlere ''Gidin siz kendi elinizle seçip alın'' diyorum ve çiftliğe yolluyorum..
Çiftliğe giden arkadaşlar da kabaları kendilerine seçip ufakları bize bırakıyorlar...
Laf aramızda kalsın kabalar genellikler horoz çıkıyor. Ne diyelim, uyanıklığın meyvesi yumurta yerine arabaşı yesinler artık.

Mustafa ÇİMEN
9/4/19

30 Mart 2019 Cumartesi

31 Mart

31 Mart Vakası

31 Mart Vakası denen kumpas sonrası tetiklenen olaylar neticesinde devrilen Abdulhamit han hazretlerin ruh-u revanı bu 31 Mart sonrası felah bulsun, handan olsun.
1909 da Abdulhamit han tahttan indirildi. Sonrarındaki 9 senede ne imparatorluk kaldı, ne ordu, ne millet, ne devlet, ne hazine, ne makam.
9 sene sürmedi her şeyin olup bitmesi, koca imparatorluk, 3 Kıta'da şehit kanı ile sulanarak alınan topraklar bozuk para gibi harcandı.
1918 de he şey yine bitmiş değildi, Anadolu'nun da işgaline başlanmıştı. İmparatorluk bakiyesi Türk yurdu Anadolu, Milli mücadele ile Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde yeni bir Devlete kavuştu.
İsviçre'nine Lozan kentinde Hristiyan takvimine göre 1923 de imzalanan anlaşma ile yeni devletimiz İngiltere ve diğer batılı devletler tarafından tanındı. Bunun karşılığı da elbette ağır oldu.
Yeni devletin elleri kolları bağlanmış, yenilmiş, hazinesinde para, okumuş insan gücü, topraklarında nüfusu kalmamıştı.
Yaklaşık 10 milyon kalmış nüfusun çoğu çocuktu. Kalanı yaşlı kadınlarla erkeklerden ve bir kısım gazilerden oluşuyordu. Çoğumuzun dip dedesinin isimlerinin Topal Ali, Kör Osman, Çolak Selim gibi isimlerle anılması ve bilinmesi de bundandır.
Sağlamlar erkeklerin büyük çoğunluğu ise ya gayrimüslim, ya asker kaçağı hainler yada devlet tanımayan eşkıyalardı.
Atatürk inkilapları olarak bildiğimiz harf, klık-kıyafet, ölçü-tartı değişikliği gibi toplumu kökünden değiştirmeye yönelik maddeler Lozan anlaşmasının hükmüydü.
Türk'ler yani ''kafirle çatışmayı göze alan Müslümanlar'' kendi topraklarında kendi devletlerini her şeye rağmen yinede kurmuşlardı.
Lozan anlaşmasının gizli maddeleri var mıdır ? 2023 de neler olacak ?
Biz hazılıklı ve güçlü olalım. Reysi Cumhur Erdoğan'ın dediği gibi
Tek Devlet,Tek Bayrak,Tek Millet,Tek Vatan'la ve güçlü bir ordu ile güçlü hazine ile yetişmiş vatanını seven insan gücü ile 2023 ü karşılayalım ve ne olacak görelim

Selam ve Dua ile
Mustafa Çimen





25 Mart 2019 Pazartesi

31 Marta Doğru


Yükselen Şan Şeref Hissi

Bir milleti ele alırken şan şeref hissini göz ardı edemezsiniz.  Aziz milletin ferdi olma şanını, şerefini hisseden insanlar  daha mutlu bir hayat sürer. Diğer yandan milletin geleceği ipotek altına alınmaktan, diğer medeniyetlere hayran kalmaktan kurtulmuş olur.
Günümüzde yürütülen etkili siyasetle, içeride ve dışarıda adalet, hak- hukuk için verilen etkin mücadeleler neticesinde etnik kimliği fark etmeksizin  insanlar, ben Türk milletinin ferdiyim derken göğsü kabarır, başı dikleşir, anlının akı ile haykırır olmuşlardır.
Geçtiğimiz yıllarda ise  ; fakirlik, cehalet ve her fırsatta devlet eliyle sistematik olarak ezim ezim ezilmiş olmanın verdiği yılgınlık yanında uluslar arası başarısızlıklar yüzünden  Türküm derken bir eziklik ve yenilmişlik hissi yükleniyordu omuzlara.
Biz Türk olmanın ne olduğunu, ne olmadığını kılcal damarlarımızda usul usul yeniden hissetmeye başlarken bu esnada her fırsatta haykırdığımız bir gerçekle geçtiğimiz 18 Mart 2019 günü Yeni Zelanda ‘da yüzleştik.
Sapkın katil silahının üstüne ‘’Türk yiyici’’ yazıyor, Ayasofya’dan, İstanbul’dan,  Avrupa yakasından bahsediyor,  minareleri yıkıp İstanbul'u Konstantinopolis yapma hayalini vurgulayan beyanname yayınlıyor, sonrasında terör eylemine girişiyordu. Haçlı terörist camiye dalıp, silahsız, anlı secdede 50 Müslümanı katlediyordu. Katliamı oyun oynar gibi yapıyor, kayıt altına alırken diğer haçlı teröristlere adeta bunu yapmanın ne kadar kolay olduğunu göstermek istiyordu.
Bu olaydan sonra Yeni Zelanda başbakanı hanımefendinin ve taziyeye gelenlerin duruşu  her Hıristiyanın Müslümanlara karşı aynı hasma ne duyguları taşımadığının fotoğrafıydı.
Teröristin ülkemizden 17000 km uzakta yaptığı bu eylemde ölenler Müslümanlardı. Haçlı katil, Müslümanlar nezdinde kendi zihin dünyasında Türkleri öldürüyordu.
Bu terör vakıasından sonra; Türk kelimesine yüklenen iki anlamından bahsetmek mümkündür. Türk bir kavmin ismi olduğu gibi diğer yönü ile Müslüman demektir. Bosnalılar top yekun Müslüman olduklarında Avrupalılar Boşnaklar Türk oldu demişlerdi.
Çağımızın ünlü şair ve düşünürü İsmet Özel ‘’ Kafire karşı savaşmayı göze alan Müslümana Türk denir’’ derken, Türk'e yüklenen anlamın özetini yapıyordu.
Günümüzde bilinçli şekilde, milli şuurun yeniden oluşmasına, sinelerde yükselen şan şeref duygusuna tahammül edemeyenlerin top yekun saldırısını her alanda görmek mümkündür.  Bu bilinçli bir saldırıdır. Türklüğe karşı, milli duruşa, milli uyanışa, öze dönüşe karşı çıkan bazı insanların yanılgı içinde olduklarını düşünmek, siyasi düşünceleri bu şekilde demek saflık olur.
Müslüman kisvesine bürünüp milleti Fetö gibi aldatanların bir kısmı artık kendilerini açığa düşürmüşlerdir.  Atatürk’ün arkasına saklananlar, millet için siyaset yapar gibi görünenler, milli değerlerin düşmanı olduklarını terör örgütleri ile iş birliği yaparak  göstermişlerdir.
Kürt kökenli vatandaşlarımızı kullanmak isteyenler, tek kelime Kürtçe bilmemelerine rağmen Kürtler için siyaset yaptıklarını söylerken artık itibarlarını kaybetmişlerdir.  Doğu ve Güneydoğu’da yatırımlara, hava alanlarına, fabrika ve okullara karşı çıkıp yakanların Kürt diye bir problemlerinin olmadığı, asıl dertlerinin başka şeyler olduğu gün gibi meydana çıkmıştır.
Kimlikleri, renkleri, siyasi görünümleri, duruşları ayrı gibi görünüyor olsa da hepsinin saldırdığı şey millileşen zihinler, kendine güvenen, istiklal marşının söylediği gibi ‘’ Korkmayan’’ insanlar, eğitim aldıkça tarihini merak etmeye başlayan kitleler. Zenginleşen halktır.
Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Abd bu düzende ağır dış borcu nedeni ile Siyonistlerin emrinde hareket eden,  adaleti umursamayan, kaba kuvvet ve askeri güçle hak hukuk tanımaz şekilde istediği gibi at oynatacağını sanan,  güvenilmez bir ortak ülke portresi çizmekte, müttefiklerini kendinden soğutmakta, dünya insanlarının hafızasına Holywoodla kazımaya çalıştığı adil ülke imajını alt üst etmektedir.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve  Mısır,  İsrail devletinin kuklası konumuna düşmüş, gerek Arap dünyasında, gerek dünya Müslümanları nezdinde rezil olmuştur.
Türkiyeyi çok güzel parlak bir geleceğin beklediği, doğru siyasetle, milli duruşla, toplumsal dayanışma ve sabırla varacağımız aşikar olduğunu söyleyebilirim.
Atalarımızın dediği gibi insanların ve devletlerin sözlerine değil icraatlarına bakarak kanaat sahibi olmamız, oy kullanırken de bu kriteri esas olmamız zaruridir..

Mustafa ÇİMEN
25/3/19